84 YIL ÖNCE EBEDİYETE UĞURLADIĞIMIZ ATATÜRK’E SESLENİŞ

DOĞRU BAKIŞ 10 Kasım 2022
Ahmet Nişancı

84 YIL ÖNCE EBEDİYETE UĞURLADIĞIMIZ ATATÜRK’E SESLENİŞ

“Yüce Atatürk!
Bugün yine Anıtkabir’e doğru sana akıyor Türk Milleti!
Her gün senin Türk Ulusuna verdiklerin için binlerce şükür ve dua içinde olan Türk Ulus’unun yurtsever, değerbilir yurttaşları her 10 Kasım’da olduğu gibi SENİ anmak, SANA bağlılığını anlatmak, saygısını, şükranlarını sunmak üzere koşuyor Anıtkabir’e!”

“Yüce Atatürk!
Savaş alanlarından başarıyla çıkarak yarattığın “Yurtta ve Dünyada Barış” ilkenle yücelterek kurduğun ve bize emanet ettiğin bu güzel ve kutsal yurdumuzu ebediyen koruyacağımıza olan güvenine sahiplik edeceğimizi bir kez daha haykırmak için huzurundayız.”

“Yüce Atatürk!
SEN, bütün vasıtalarından mahrum edilmiş Türk Ulusunu yoktan var edip kendini kanıtlayan ve dünyada benzeri görülmeyen bir başarıya uzanan eşsiz bir ulus kurucusu, Türk Ulusunun ve bütün dünyanın gözünde eşsiz bir yüceliğin örneği olarak sonsuzluğa uzanan bir yaşamı hak eden ender bir kişilik olarak sonsuza dek yaşayacaksın.”

“Yüce Atatürk!
Kurucusu olduğun Türk Ulusu için on beş yıl gibi kısa bir süre içinde gerçekleştirdiğin devrimlerin, kalkındırma hamlelerinle Ulusların yüz yıllara sığdıramayacakları kadar büyük işler başardın ve Türk Ulusunun gönlünde kazandığın sevgi ve saygı ile ölçümsüz bir büyüklüğe ulaştın.”

“Yüce Atatürk!
Türk Ulusu, ulusun yaşamına kazandırdığın devrimlerin büyüklüğünü, kıymetini takdir ederken, koyduğun ilkeler doğrultusunda Türk Ulusunun yaşamına bilim ve akıl yoluyla yeni devrimler, yeni değerler ekleyecek ve böylece sana olan sevgisini sadece yüreğiyle değil, akılcı eylemleriyle de kanıtlayacak; böylece büyük eserin yeni nesillerin sahiplenmesiyle sonsuzluk değeri kazanacaktır.”

“Yüce Atatürk!
Türk Ulusu olarak SENsizliğe üzülüşümüz ve hasretimiz ölçülemeyecek kadar büyüktür. Vatanımız ve Ulusumuz için yaptığın sayısız başarılarla dolu hizmetlerin için sonsuz şükranlarımızı sunuyor, manevi huzurunda saygıyla eğiliyoruz.”

“Ruhun sonsuzlukta huzur içinde olsun Sevgili Atatürk!”

CUMHURİYETİMİZİN 99. YILINI KUTLARKEN SORULARIM VAR

CUMHURİYETİMİZİN 99. YILINI KUTLARKEN
SORULARIM VAR

Türkiye Cumhuriyeti’nin 99. Yılını kutluyoruz.

Türkiye Cumhuriyeti, çağı yakalamak isteyen ilericilik düşüncesinin önünde yenilmez kararlılığıyla bir bayrak olarak yürüyen Mustafa Kemal Atatürk’ün en büyük eseridir.

Cumhuriyetimiz, Yüce Atatürk’ün deyişiyle “sonsuza kadar” yaşayacaktır.

Ancak, Cumhuriyet’in Türk Ulusu’na özgür bir ülkenin insanları olarak kazandırdıklarına, toplumsal yaşayışımızdaki modern yapıya alışamayan ve aklının gerisinde Atatürk düşmanlığı, din devleti anlayışıyla teokratik yönetim özlemi taşıyanlar, ulusumuzun gelişmesinin önünde büyük bir engel olarak varlıklarını sürdürmekte inat ediyorlar.

Birgün gelecek bugünkü inatlarında direnenler ve haksız bir biçimde Atatürk’ü eleştirenler, O’na yalanlarla, iftiralarla yüklenenler utançlarından yerin dibine girecekler, özürler dileyecekler, ama kendilerini kurtarmaya özürleri yeterli olmayacaktır.

Soru: Ülkesini seven ve kalkınması, ileri gitmesi için özveriyle, namusluca çalışan insanlarımızı bazı insanlar ve topluluklar anlamakta zorluk çekiyor. Niçin?

Soru: Mustafa Kemal Atatürk’e ve O’nun kurduğu Cumhuriyet’e niçin bu kadar karşıdırlar?

Soru: Mustafa Kemal Atatürk’e ve Cumhuriyeti kurarken güvenle görev verdiği ve ülkeye hizmet eden insanlarımıza niçin saldırmaktalar?

Soru: Batmakta olan ve büyük borçlanmalarla birçok varlığı elden çıkmış ve topraklarının büyük bir bölümü işgal altına düşmüş, tam bir sömürge haline gelmişken, Sevr gibi bir bıçak ağzında boğazlanırken Mustafa Kemal Paşa liderliğinde ölümlerden, yıkımlardan, işgalden kurtarılan ve özgürlüğüne kavuşturulan ve Cumhuriyet Yönetimi sayesinde Dünya Ulusları arasında saygın bir yere kavuşturulan bu yüce vatanı sevmeyi niçin bir ibadet haline getiremiyorlar?

Soru: Yüce Atatürk’ün Osmanlı Devleti’ni sömürgeleştiren yapısıyla Türkiye Cumhuriyeti’ne dış borç olarak kalan yükümlülüklerini öderken, ölçülü bir kalkınma modeliyle, kendi yağıyla kavrularak, bütçe dışına çıkmadan ve dünya paraları karşısında değerini koruyarak, özel sektörün de önünü tıkamadan Devletçi ekonomik yatırımlarla ülkeyi onarmasından niçin bu kadar rahatsız oluyorlar?

Soru: Cumhuriyet Türkiyesi’ni yönetenler yollar, köprüler, demiryollarından başlayarak ülkemizde ulaşımın kolaylaştırılmasını sağlamadılar mı?

Soru: Fabrikalar kurmadılar mı?

Soru: Şeker fabrikaları, dokuma fabrikaları, demir çelik fabrikaları, çimento fabrikaları kurmadılar mı?

Soru: Mühimmat ve fişek fabrikaları, Tersaneler, uçak fabrikaları, havacı tamirhaneleri kurmadılar mı?

Soru: Kiremit fabrikaları, elektrik santralları, demir çelik fabrikaları, kömür ocakları işletmeleri kurmadılar mı?

Soru: Cumhuriyetin ilk on beş yılında kömürde yüzde 100’e, kromda yüzde 600’e, diğer madenlerde yüzde 200’e varan üretim artışı sağlandığını, demirde sıfırdan 180 bin tona ulaşıldığını ve bu üretimler sayesinde kalkınma yüzdesinin yer yer yıllık yüzde yedi ile yüzde on beşe varan bir yükselti / kalkınma sağladığını bilmiyorlar?
Şeker üretimi üç yıl gibi bir zaman aralığında beş bin tondan doksan beş bin tona çıkarken, tekstil sanayii sayesinde ülkenin ihtiyacının yüzde sekseni karşılanır duruma gelmiş, tekstil dış alımı (ithalat) elli bir milyondan on bir milyona gerilemiştir. Ülkemizin kalkınmasına sağlanan faydayı göremiyorlar mı?
Soru: Bunları niçin bilmiyorlar ya da yok saymaktan geliyorlar?

Pamuk, yün ve ipek üretiminde artan yüzdeleri ve sağlanan faydaları yazmıyorum; merak edin ve bir araştırın lütfen efendiler!

Soru: Şakir Zümre fabrikasından başlayarak cumhuriyetin ilk yıllarında kurulan bazı fabrikalarımızı sıralarsak cumhuriyeti benimsemeyenler utanır mı acaba?

Ankara havagazı fabrikası, İstanbul Otomobil Montaj fabrikası, Kırıkkale Elektrik santralı ve Çelik fabrikası, Kayaş Kapsül Fabrikası, Nuri Killigil tabanca, havan mühimmat fabrikası, Bursa süt fabrikası, İzmit Paşabahçe Şişe cam fabrikası temeli atılışı (1934). Daha onlarca fabrika var sıralanacak.
Peki! Bugün bu fabrikalar nerede? Sattınız, sattınız, sattınız! Yerli işbirlikçilerinize, yabancı sermaye sahiplerine sattınızzzz!

Satılacaklar da bitti, deniz de! Siz sağ biz selamet! Geleceğe bakıyoruz milletçe.
Cumhuriyetin 99. Yılında varlık içindeki Türkiye’de yatağa aç giren çocuklar her geçen gün çoğalıyor.

Gözünüz aydın olsun gözü doymazlar!

Yerli malı haftaları yok artık, ama Cumhuriyetin 99. Yılını kutlamamızı Atatürk’ün bir sözüyle noktalayalım:
“Türk Milleti, Türk Malı Alın, Türk Parası Türk Ülkesinde Kalsın!”

Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti!
Yaşasın Türk Milleti!

29 Ekim 2022
Ahmet Nişancı

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE İLE YAŞAMAK

Ahmet Nişancı
Doğru Bakış
26 Temmuz 2022

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE İLE YAŞAMAK

Ulusumuzun bugün içinde bulunduğu olağanüstü durumuna bakıldığında ekonomik, kültürel, siyasal durumunun Atatürkçü Bakış Açısı ile değerlendirilmesi gerektiği ve yeni bir kurtuluş hareketine gereksinimin olduğu açıkça görülmektedir.

Ergenekon sürecinde yaşananlar nedeniyle yankıları ve olumsuzlukları günümüze kadar süren bozulmaların ortadan kaldırılması, en iyi yaklaşımla en aza indirilmesi için Atatürkçü Düşüncenin öne çıkarılması acil bir gereksinimdir. Bu nedenle Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Merkezi ve Anadolu’ya bir ağ gibi yayılmış olan Atatürkçü Düşünce Derneği Şubelerinin üzerine düşen sorumluluklar giderek artmış durumdadır.

Atatürkçü Düşünce Derneği yasalar ve yasalara bağlı tüzükler içeriğinde kurulmuş, ülkemizin her koşul ve zamanda yararını gözeten ve taşıdığı ulusal kimlik nedeniyle Atatürk İlkelerine yürekten, korkusuzca bağlı vatanseverlerin oluşturduğu bir büyük ailedir.

Demokrasi ile yönetilen ülkelerin sosyal, ekonomik ve siyasal kimliklerinin kazanılmasında öne çıkması gereken eşitlik, adalet kavramları ve laik insan yaşamları bugünkü görünüşüyle ülkemizde zedelenmiştir.

Her meslekten Türk aydınlarının üzerindeki baskılar ve kısıtlanan özgürlükleri nedeniyle yaşananların er geç üstesinden gelinecek süreçlere elbette ulaşılacaktır. Bu beklenen iyi günlerin gelebilmesi için Atatürkçü Düşünce Derneği’nin Genel Merkezi ve Şubelerince Atatürk İlkelerinin yaşatılması ve hukuksuzluklara karşı daha etkin görev üstlenilmesi, daha aktif ve yürekli kararlar alınması ve uygulamaya konulması kaçınılmazdır.

Atatürkçü Düşünce Derneği’nin yaşanan bu süreç içinde toplumla olan bağlarındaki yavaşlamanın, çekingenliğin daha duyarlı bir yaklaşımla sıkılaştırılması, özellikle gençlerin ve inançları kirletilememiş düzgün yurttaşlarımızın aydınlatılması ve Atatürk İlkeleri doğrultusunda kazanılması için çalışmalar yapılmasına gereksinim vardır.

Ümitsizlik, yoksulluk, yokluk, yolsuzluk içinde çaresiz kalan uluslar her zaman güven verecek bir yönetim özlemiyle bir yol gösterici, bir kurtarıcı beklerler.
Üniversite gençliği ve yoksullaştırılmış kesim insanları bugünkü zorlukların bunalımında kendilerine uzanacak bir aydınlatıcı ve kurtarıcı yaklaşımın beklentisi içindedirler.

Türk Ulusu, Atatürk öncülüğünde ortaya koyduğu Kurtuluş Savaşıyla sömürgeci ulusları dize getirerek bağımsız bir ulus kurmuş ve bütün zulmedilmiş, kıyıma uğramış köle uluslara bağımsızlık savaşı vermeleri için önder olmuştur. Ulusun aydınlarının geliştirerek yaşatacağı Atatürkçü Düşünce Sistemi ulusumuzun geleceğine egemen olacak, her türlü ümitsizlik, yoksulluk, yokluk, yolsuzluk yenilecek, ulusumuz güven, huzur, verimlilik ve bolluk içinde yaşayacaktır.

Türkiye’nin laik ve demokratik cumhuriyetini içine sindiremeyerek ihanet içinde olanlarla, Lozan’ın rövanşını almak isteyen batının emperyalist/ sömürgen kimlikli yapısı birlikte hareket ederek toplumda korku kurgusu yaratma ve toplumu sindirme peşindedirler.

Özgür ve bağımsız Ulus Devlet’ten yana olan Atatürkçüler bu baskılara boyun eğmeyecek, suskun kalmayacak; hukuka dayalı demokratik tavrını ortaya koyarak, her türlü kötülükten yararlananlara karşı halkı bilinçlendirerek duyarlı hale getirmeyi başaracak; teslimiyetçi iktidarları bütün gücüyle uyarırken ülke bölücülerine, gericilere ve emperyalist güçlere asla ödün vermeyecek; toplumu kucaklayıcı tavrıyla ülkeye sahiplik etme görevini yerine getirerek korku kurgusundan çıkışın yolu mutlaka bulunacaktır.

Ulus Devlet’imizi yıkmak isteyenlerin emellerini gerçekleştirebilmelerinin önündeki en büyük engel Cumhuriyetimizin ve bağımsızlığımızın onurlu bekçisi, sonsuz güven kaynağımız Kahraman Ordumuz; ikinci engel ise sağlanan Eğitim Birliği içinde görev üstlenmiş Eğitim Ordumuzun özverili, vefalı, ulussever Türk Öğretmenleridir. Bu iki kurumumuz -bugünkü zamanlarda- Ordumuzun Yüksek Güvenirlik Yapısının ve Eğitim Birliğimizin Çatısının çökertilmesi için her türlü hile ve oyun bozanlığın yapıldığı bir ortamda yaşıyor.

Ordumuzun geleneksel yapısında ilginç değişiklikler yaşanmaktadır. Eğitim Birliği Yasası delinmiş ve gerici odaklar eğitim kurumlarımızda egemenlik kurmuşlardır. Bu iki kurumda gerçekleşebilecek yanlışlıklar ülkemizin geleceği için en büyük tehlike olarak güncelliğini korumaktadır.
Ordumuzun Çatısı ve Türk Eğitim Sistemi, Atatürkçü Düşünce Felsefesi ışığında yeniden yapılandırılmalıdır.

Üniversitelerimizin özerk yapısı bozulmuştur; Yetişen genç neslin çağdaş dünyanın gerektirdiği bilgilerle donanabilmesi için Atatürkçü Düşünce doğrultusunda kuruluş amaçlarına uygun, özerk ve bilimsel yapıya kavuşturulması ivedilikle sağlanmalıdır.

Ülkemiz Enerji üretiminde dışa bağımlı durumdadır; insanlarımız dış soygunculara karşı korunma ve yerli kaynakların kullanılarak enerji üretilmesini, refah düzeyinin yükseltilmesini beklemektedir.

Tarım ve hayvancılığımız, dolayısıyla köylümüz perişan durumdadır. Devletimizi yönetenlerin sebze, meyve ve tahıl dışalımlarındaki ısrarları ekonomimizi çıkmaza sokarken köylümüz de vurgun yemiştir, yoksullaşmıştır. Yeni sömürgeciliğin adresi köylümüz olmuştur. Bilimsel temellere dayalı araştırmalar yapılarak hem üretici aydınlatılmalı hem de siyasal iktidarların üzerinde kurulacak baskılarla toprağın ve üretimin gerçek sahipleri köylümüzün önü açılmalıdır.

Toplumun sağlık güvencesi ve emniyeti çökme aşamasındadır ve büyük bir risk altındadır

Atatürkçü Düşünce Derneği Bilim Çalışma Kurullarının çözümsüzlükler için yapacakları araştırma ve öneriler geleceğimize ışık tutacak, kalkınmamız için bir lokomotif işlevi görevi yapacaktır.

Atatürkçülük, yurttaşların eşitliğini, özgürlüğünü, esenliğini gözetecek; bölücülüğe, gericiliğe, teröre, ulus hayatını korkulu yaşama çevirmek isteyenlere karşı duracak; anayasamızın değişmez ilkelerine sahiplik etmek için bütün varlığıyla yılmadan, korkmadan çalışacak ilkeler bütünüdür.

Atatürkçüler yurtta ve dünyada barışın öncüsü ve yapıcısıdırlar. Atatürkçü Aydınlar güçlerini birleştirecekler, yarınlara daha güvenli ve korkusuzca bakabilmenin yürekli atılımlarını yapacaklardır.

ATATÜRK FELSEFESİ İLE YAŞAMAK ÜLKEMİZ İNSANI İÇİN SAĞLIKLI BİR GÖNENÇ;
ATATÜRK DÜŞÜNCESİ İLKELERİNİ YAŞATMAK ÜLKEMİZİ SONSUZLUĞA TAŞIMANIN SİGORTASIDIR.

İSRAİL MALLARINI TANIMALIYIZ

Ahmet NİŞANCI
Doğru Bakış
18 TEMMUZ 2022

İSRAİL ÜRÜNLERİNİ TANIMALIYIZ!..

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu 1923’lü yıllarda toplu iğneden çatı kiremitlerine varıncaya dek her alanda fabrikası olmayan bir ülkedir. Sadece derme çatma kendine ait dört fabrikası vardır ve onlarda verimli çalışan durumda değildir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra 1930’lu yıllara kadar özel sektöre sağlanan yardımlara rağmen önemli bir sanayi hamlesi sağlanamamıştır. Kuruluşunda yoksul olan Türkiye Cumhuriyeti’nin LOZAN Antlaşması gereği Osmanlı Borçlarını ödeme yükümlülüğü vardır ve geliri, üretimi sadece tarıma, hem de ilkel bir tarıma ve kısıtlı bir hayvancılığa dayalıdır; bu olanaksızlıklara rağmen denk bütçeler kurarak devleti yönetmeye çalışmaktadır.

Atatürk’ün Karma Ekonomi Modeliyle yürüttüğü ekonomik model başarısının yüksek getirisiyle kısa sürede ülkenin hızla kalkınmasını sağlayacak, yabancıların elindeki üretim tesislerini – demiryolları dahil- devletleştirecek, kısıtlı olanaklarıyla beş yıllık on yıllık kalkınma plânları yaparak fabrikalar kuracaktır.

Bugün vardığımız noktada Cumhuriyet hükümetleri son altmış yıl içinde kazanımları olan bütün sanayi kuruluşlarını özelleştirme aldatmacasıyla büyük oranda yabancılara satmış, tarım ve hayvancılık uygulanan yanlış politikalarla gerilemiş ve ülkemiz büyük bir üretim eksilmesine sokulmuştur. Bunun sonucunda da Türkiye sanayiye dayalı ihtiyaç maddelerinin büyük çoğunluğunu, tarım ürünlerinde yaklaşık altmışın üstünde yiyecek maddesini ithal (dışalım) yoluyla sağlar duruma getirilmiştir.

Bu paragrafımın hemen altında kolay görülebilmesi için iki renkte yazdığım emtia (Mal) markalara lütfen dikkatle bakınız ve aklınızda tutmaya çalışınız ya da not alıp yanınızda bulundurunuz.

BİOTHERM –FRUITOPIA- CONNECTING PEOPLE –
VICHY LABORATOIRES –KIWI- HUGGIES -JOHNSON A JOHNSON –
IBM -– VICTORIAS SECRET-KOTEX – NEWYORK AND COMPANY –
ICQ –DELTA – KITKAT ––ACSTE –LOVOBLE – CNN – BANANA REPUBLIC –
BATH UND BODY WORKS – INTEL-OFİC DKNY -CALVİN KLEIN –
APEX SUPPLY COMPANY – EXPO DESİGMCENTE – JIMMY DEAN-
GEORGIA LIGHTING – SCHWEPPES ARSENAL –MAINTENANCH WAREHDUSE -VILLAGERS -HARDWARE – LABORATOIRESGARNIER – SARA LEE –
SKY –HEMA- SPRITE HANES – TIMBERLAND –20 th CENTURY FOX –
INTIMATE BRANS -DONNAKARAN NEWYORK –SOSSARD
HILLS HIRE FARM – HANES- Dr. PEPPER- FANTA – TURL MY SIZE –
KIMBERLY-JO MALONE LONDON HARPER COLLINS – CLARK – STARBUCKS CAFFEE –THE HOME DEPOT – VICHY – HR HUGGIES-
JOHNSON A JOHNSON – NOKIA

Bunlar İsrail Devleti’nin doğrudan ya da dolaylı yollardan ülkemizde küçüklü büyüklü bütün ( AVM) alışveriş merkezlerinde satışa sunduğu malların listesidir. Bu listedeki malları satın aldığımız için İsrail Devleti halkımıza teşekkürlerini ve niçin teşekkür ettiğini açıklayıcı elektronik postalar yayınlamıştır Türk medyasında.
İsraillilerin bu mesajlarını okurlarımızla paylaşmak ve en son paragrafıma da “NE YAPMALIYIZ?” konusundaki düşüncemi açıklamak için yazıyorum. Bu listedeki şirketlerin adlarını doğru yazabilmek için büyüteç bile kullandım, buna rağmen yanlış yazımlar olabilir; şimdiden özür dilerim.

İSRAİLLİLER DİYOR Kİ;
“Mallarımızı satın alarak:
1.Bize kazandırdığınız paraların bir kuruşunu bile boşa harcamıyoruz.
2.Dünyanın başına bela olan Filistinli Pis Müslüman Teröristleri öldürerek, onlara aman vermeden hepinizin huzur içinde uyumanıza (uyutulmanıza) yardım ediyoruz.
3.Tankımızla, tüfeğimizle, askerlerimizle, çoluk çocuğunuzla sevgi ve istekle bize verdiğiniz paraların ve görevin gereğini yerine getirmekte asla duraksama göstermiyoruz.
4. Bize verdiğiniz desteğe devam edin ki kalan üç beş Müslüman Köpek Teröristi de temizleyebilelim.
5. Listedeki ürünlerimizi satın alarak bize silah sağlamamızda yardım eden her Türk’ü, İsrail taraftarı oldukları ve bizi destekledikleri için alkışlıyoruz ve…
Ayrıca;
6. Türk Ulusunun öz varlıkları olup, özelleştirerek bize devrettiğiniz şirketlerle kazandığımız paralar da ilk 5(beş) maddede saydığımız faydaları sağlamada bize büyük katkı sağladığından Türk Hükümetlerini,
7.Türk-İsrail Parlamento Dostluk Grubu olarak devletimize dostluklarını gösteren çeşitli partilerden yaklaşık 400’e yakın T.B.M. Meclisi üyelerini saygıyla anıyor ve teşekkürlerimizi sunuyoruz.”

Sevgili Yurttaşlarım, Değerli Okuyucularım! Sizlere düşünmeniz ve karar vermeniz için şu soruları soruyorum ve dikkatle okumanızı ve kendiniz için ve de halkımız adına yanıtlamanızı istiyorum.

SORU 1.) Buraya kadar yazdıklarımın altına siz olsaydınız acaba neler yazardınız?
SORU 2.) İsrail Devleti bizim için şöyle mi söylemiş oluyor acaba; ne dersiniz?

“BİZ İSRAİLLİLER OLARAK DİYORUZ Kİ !
1.Türk Ulusu ve Türk halkı, İsrail Devleti’nin dünya barışını sakatlamasına, genç, yaşlı, kadın erkek, çocuk demeden sivillerin öldürülmesine katkı sağlamaktadır.”
2.Bilerek ya da bilmeyerek İsrail’in yaptığı terörü destekleyen Türk Ulusunu Yönetenler ve Türk Halkı cahildir.”
3. “Cahil” demek Türk Ulusunu tanımlamaya yetmez, “aptal” olduğu da kesindir.”

NE YAPMALIYIZ? Boykot! Boykot! Boykot!
Türk Halkı burada verilen listedeki İsrail mallarını satın almamalıdır.

ÇAĞDAŞ UYGARLIK MI, MODERN SOYGUNCULUK MU?

Ahmet Nişancı
Doğru Bakış
4 Temmuz 2022

ÇAĞDAŞ UYGARLIK MI, MODERN SOYGUNCULUK MU?

“Batı” dendiğinde kendini aydın sanan “yarı cahiller”in hayranlıkları sonsuzdur batı denilen, sözde uygarlaşmış, “Batılı” olarak anılan bazı uluslara.
Bu batılıların çok uygar olduğundan, demokrasinin, insan haklarının, erdemliliğin en güzel biçimde orada yaşatıldığından dem vurulur.
Nerededir, kimlerdir böylesine el üstünde tutulan Batılılar?

Başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere, Türk Kurtuluş Savaşı’na neden olan 1. Paylaşım (Dünya) Savaşının İtilâf Devletleri içinde yer alan İngiltere, Fransa, İtalya ve diğerleri bugünün dünyasında “Batılı” olarak anılıyorlar.

Bunlar çeşitli birlikler, ortaklıklar kuran ve sürekli kendilerinden zayıf olarak gördükleri ulusları aşağılayan, kendileri için sömürgeleştirenlerdir…

Bunlar IRA, ETA, BASK gibi ayrılıkçı terör örgütlerinden çok çekmiş ve terörün nasıl bir bela olduğunu yaşayarak öğrenmiş olmalarına rağmen, PKK terör belasını el altından her anlamda destekleyerek başımıza bela olarak saranlardır…

Bunlar etnik ayrımcılığı körükleyerek ulusal birliğimizi bozmak isteyenlerdir…

Bunlar Ulusal Varlıklarımızı yok pahasına özelleştirme yoluyla ele geçirmeye çalışanlar ve bu uğurda oldukça büyük bir yol kat etmiş olanlardır…

Bunlar demokrasiyi kendileri için en iyi biçimde yaşamaya ve uygulamaya çalışırken az gelişmişleri ya da gelişmekte olduğunu varsayacağımız ülkeleri kendileri için kul köle yapmanın yolunu arayanlardır…

Bunlar işlerine geldiği için, birbirine düşmanlıktan öteye yakınlığı olmayan farklı etnik kimliklileri tek çatı altında –Kuzey ve Güney Kıbrıs örneğinde olduğu gibi- birleşmeye zorlarken, ulus kimlikli ülkeleri –Yugoslavya örneğinde olduğu gibi-param parça edenlerdir…

Bunlar küçük gördükleri uluslar içinde küçük ölçekli etnik, dinsel, kültür ayrımcılığı savaşları çıkararak, kendi emperyalist ve ideolojik amaçlarına hizmet ettirmek için küçük ulusları kendi içlerinde kırımlara uğratanlardır…

Bunlar cinayet, ırza geçme, etnik temizlik ve işgal savaşlarını yürütenlerdir…

Bunlar Orta ve Güney Amerika’da acımasız baskılarla köylü savaşlarını, Asya ve Afrika’da milliyetçi terörizmi, Ortadoğu’daki Petrol savaşlarını, Japonya’daki gaz saldırılarını, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde yabancı karşıtı öldürme eylemlerini örgütleyenlerdir…

Pembeydi, turuncuydu renkler aldatmacasında çıkarlarına yarayacak ülkelerin yönetimlerini ele geçirme kurnazlıklarını tezgâhlayanlardır bunlar…

Ve Ergenekon tezgâhlarını kuranlar…

Batı dedikleri bunlardır işte: Kapitalizmin en uç noktası emperyalistlerdir bunlar, modern soygunculardır bunlar…

Atatürk’ü batı hayranı gibi göstermek isteyenlere duyurulur ki Atatürk batı hayranı değildir. Batının ne hinoğlu hin olduğunu Atatürk’ten daha iyi kim bilebilir? Bilmeyenlere, O’nun hangi koşullar altında neler yapabildiğini yeniden incelemelerini, demeçlerinin, söylevlerinin içeriğine yeniden dikkatle bakmalarını ve onlardaki yüksek anlamları kavramaya çalışmalarını öneririm; eğer uluslarını, ülkelerini gerçekten seviyorlarsa bu öneriye kulak verirler.

Atatürk, batı değil “çağdaş uygarlık” diyordu.
Çağdaş olmak, uygar olmak ne demek? Adam olmak demek, adam olmak! Adam gibi adam olmak!
Batı dedikleri yerde ara ki bulasın adamı…
Soyguncudan, sözünü tutmayandan adam olmaz!

Bunlar kendi işlerini yürütmek için yalan söylerler, verdikleri sözü tutmazlar, dönerler; döneklik karakterleridir.

Bütün bu ”Bunlar”la tanımlamalarım NATO’ya üye olmak için Türkiye’nin “Olur”unu almak isteyen İsveç ve Finlandiya ülkelerinin teröre destek verdikleri gerekçesiyle Türkiye tarafından veto edilmeleri ile ilgili olumsuz ön görüşlerin nasıl olduysa oldu olumluya dönmesindeki gizemi anlayamadığımı anlatabilme adınadır.
NATO, üyesi olan ülkelerin özgürlük ve güvenliklerini sağlamak için kurulmuştur; bir güvenlik dayanışmasıdır.
4 Nisan 1949’da on iki ülke tarafından Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın 51. Maddesi doğrultusunda kurulan, yeni üyelerin alınabilmesi için bütün üye devletlerin birlikte onayının olması kuralına bağlı bulunan, Türkiye’nin de üyesi olduğu 30 ülkesi bulunan NATO, (North Atlantic Treaty Organization), Kuzey Atlantik Paktı Teşkilatı kuruluş gerekçesinin özelliklerini artık taşımıyor.

Türk askerinin başına çuval geçiren Amerikalı askerler NATO askerleri değil midir?
Hangi özgürlük ve güvenlikten söz edebilir NATO?
Birkaç gün önce teröre destek verdikleri gerekçesiyle NATO’ya girmelerine izin vermeyeceğini söyleyen Türkiye, ne oldu da Finlandiya ve İsveç’in NATO yolunu tıkamaktan vazgeçti; söz aldıkları için değil mi?

Finlandiya ile çok uzun bir sınırı olan Rusya da bu onaya çok bozulacaktır mutlaka.

NATO’ya girebilmek uğruna Kore’de binlerce şehit vererek Mehmetçiğin kanını bedel olarak ödeyen Türkiye, NATO güvencesi altında PKK terörüne şehitler vermeye devam ediyor.

Biz Türkiye olarak kapımızdaki, sınırımızdaki terör belasıyla PKK kuruldu kurulalı 1978’den beri savaş halindeyiz; on binlerce evladımızı teröre kurban verdik ve her gün yeni şehitler vermekteyiz; maddesel kayıplarımızın hesabını tutabilen varsa açıklasın da öğrenelim; evet bu tam bir savaş durumudur ve Amerika dahil PKK’nın gizli destekçileri NATO şemsiyesinde de gizli, açık sürmektedir.
NATO, Varşova Paktı (Kuruluşu 14 Mayıs 1955) yıkıldığı gün (1 Temmuz 1991) işlevini tamamlamıştır; ama Türkiye’yi aldatmaya devam ediyor.

Yüce Atatürk’ün “Gençliğe Hitabesi”ni bütün ayrıntılarının üstünde durarak yeniden okumak, anlamak ve düşünmek günlerindeyiz.

Memleketin dahilinde iktidara sahip olanların üzerinde düşünecekleri en önemli yol gösterici olan Gençliğe Hitabe, Türk Ulusu’nun gelecekte yaşayabileceği olumsuzlukları da çözümlerini de gösteren bir belge özelliği taşıyor ve bu özelliğiyle Türk İstikbalinin güneşi olmayı sürdürüyor, sürdürecek.

Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen; Türk istiklalini, Türk cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.

Ey Türk İstikbalinin evladı! Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur!

TARİHTEKİ ZALİMLİKLER VE GÜNÜMÜZÜN ZALİM EGEMENLERİ (2)

Ahmet Nişancı
Doğru Bakış
29 Haziran 2022

TARİHTEKİ ZALİMLİKLER VE GÜNÜMÜZÜN ZALİM EGEMENLERİ (2)

Batı dünyasında zalimlikler şekil değiştirerek bugün de sürüyor. Bu konu bir başka yazının konusu.

Doğu coğrafyasında tarih boyunca süren egemenlerin zalimlikleri özellikle İslâm dininin ortaya çıkışı ve yayılışı sırasındaki örnekleriyle insanı şaşırtacak düzeydedir.
İslam’dan önce Arap Yarımadasında, Mekke ve Medine’de kabilelerin önde gelenlerinin egemen olduğu şehir devletleri dönemi “Cahiliyye Dönemi” olarak adlandırılır. Bu dönemin toplumlarında yaratan olarak “Allah” düşüncesi olmakla beraber dinsel inanışlarına “Putperestlik” hakimdir ve bu toplumun yarattığı putlar erkek olarak düşünülen tanrı değil, tanrıçalardır. Kız çocuklarını diri diri toprağa gömen Cahiliyye toplumunda putların tanrıça olarak değerlendirilmesi gerçekten çok ilginçtir.

Hz. Muhammed’in peygamberliğiyle başlayan İslam Dini’ni yayma girişimleri sırasında Cahiliyye Dönemi’nin egemeni olan Mekke Önde Gelenleri İslam’ın yayılmasını ve İslamlığın yönetimde etkinlik kazanmasını istemiyorlar. Kan bağıyla birbirlerine bağlılıkları nedeniyle “Asabe” olarak adlandırılan Mekke Yönetenleri, “Birlik, Dayanışma ve Savunma, Güvenlik Sağlayan Ruh” anlamına gelecek bir “Asabiyet” oluşturmuşlardı ve asabiyet ruhlarıyla, Müslüman olanlara ve olmak isteyenlere engel olmak için her türlü zalimliği yapıyorlardı.

Müslüman İsyancılar tarafından Müslüman ve Halife olan Hz. Osman’ın öldürülmesi;

Babası Muaviye’den sonra haksız olarak Halifeliğini ilan eden Yezit’in halifeliğine karşı çıkan Hz. Hüseyin’i öldürtmesi;

Emevilerin Müslüman Valisi ve en Zalim Komutanlarından olan Haccac bin Yusuf’un (Haccac-ı Zalim olarak bilinir) Medine İsyanı’ndan sonra Halifeliğini ilan eden Abdullah b. Zübeyr’i öldürtmesi;

Emevi ve Abbasi Halifelerinin zülm eden yönetimlerine, yasal olmayan kararlarına baş eğmeyen İmam-ı Azam’ı hapislere attırmaları, dövdürmeleri ve İmam_ Azam’ın kahrından ölmesi (öldürülmesi de denebilir) Müslümanın Müslümana zülmetmesi; Müslümanların Müslümanlara zülmetmesinin önemli örnekleridir.

Hallac-ı Mansur Tasavvuf yaklaşımıyla” Vahdet-i Vücud” öğretisinin savunucusu bir bilgindir. Bu anlayışla “Ene’l Hakk” deyişi kendisini Allah (Tanrı) yerine koyduğu şeklinde yorumlanarak ve başka suçlamalar da eklenerek yargılandı, Abbasilerin ünlü veziri Hamid b. Abbas’ın baskıları sonucu idamla cezalandırıldı; kırbaçlandı, kolları, burnu, ayakları kesildikten sonra asıldı; başı kesilerek Dicle üzerindeki köprüde sallandırılarak sergilendi; gövdesi yakılarak külleri Dicle nehrinin sularına atıldı; kesik başı iki gün köprüde asılı kaldıktan sonra Horasan’a gönderilerek halkın önünde dolaştırıldı.

Nesimi 14. Yy sonu ile 15. Yy. başlarında yaşamış Divan Şiirinin en büyük Türk şairlerinden birisidir. Hurifilikle Allaha yaklaşarak hakikatı bulduğunu söyleyen Nesimi, fikir ve inançlarıyla kendisi gibi düşünmediği için devrin Memluk Sultanı el Melikü’l- Müeyyed Şeyh el- Mahmûdî tarafından cezalandırılacak, halkın gözü önünde derisi yüzülerek öldürülecektir.

(Rivayete göre Nesimi, yüzme işlemi bitince ayağa kalkmış, derisini sırtına alıp örtünmüş ve yürüyüp gitmiş, sırlara karışmıştır. Halep’in on iki kapısının kapıcılarının hepsi de Nesimi’nin kendi kapılarından çıktığını söylemişlerdir.)

Pir Sultan Abdal, 16. Yy. da Anadolu’da yaşamış Türk Halk Edebiyatının en önemli şairlerindendir. Sıvas’ta yaşayan ve Osmanlı Devleti yönetiminin baskılarına karşı çıkan Pir Sultan Abdal, Sıvas Valisi Hızır Paşa tarafından Osmanlı Devleti aleyhine Safevi Devleti taraftarlığıyla isyana katıldığı, İran lehine casusluk yaptığı suçlamasıyla Osmanlı Sarayına şikâyet ediliyor ve Osmanlı Devleti’nin verdiği kararla Sıvas’ta Vali Hızır Paşa tarafından asılıyor.

Örneklerden de görülüyor ve anlaşılıyor ki bütün zalimliklerin kökeninde haksız, beceriksiz, dürüst olmayan, yalanlara sığınarak yapılan suçlamalarla yönetme anlayışı vardır.
Tarihin her döneminde ülkesinde düşünüşüyle, inanışıyla öne çıkan önemli insanlar eğer yönetenlerin yanlışlarına karşı çıkıyorlarsa ve haklılıkları toplum tarafından da benimseniyorsa;
Yönetenler inanç ağırlıklı yaratıcılıklarıyla iktidarlarını sürdürmekteki ısrarlarıyla doğru orantılı olmayan başarısızlıkları toplumca anlaşılmasın, iktidarları yıpranmasın diye yanlışlarından vaz geçemiyor ve doğru yolu bulmakta zorlanıyorlarsa;
Kendine karşı çıkanları susturmak adına her türlü yalana, hileye başvurarak o kişileri, toplum önderlerini, örgütlerini suçlayarak baskı altına almaya çalışıyorlar, alamadıklarının özgürlüklerini kısıtlayacak haksız hukuksal düzenlemeler yaparak seslerini kesmeye ve onlar gibi düşünenleri, davrananları sindirmeye, kendi adlarına yarayacak bir adalet yaratmak için yasalarla oynayabildikleri kadar oynamaya yöneliyorlarsa, yönetme güçlerini sonuna gelmişlerdir.

Yönetenlerin iyi yönettiklerini ve kendilerinin iyi, doğru, dürüst insanlar olduklarına söyleyebilmeleri için özgür olmaları gerekir.

Akılla ve namusluca yönetmeyenler asla özgür değildirler.

Toplumun tamamını değil, kendisini ve çevresinde kul köle olanları gözetenlerin özgür olabilmeleri olanaksızdır.

Yönetenler, ancak insan haklarını gözeterek yapılmış yasaların verdiği güç ile yönetebiliyorlarsa özgür olabilirler.

Yönetenler asil olmalıdırlar. İnsanı asil yapacak en önemli varlık özgürlüktür.

Özgürlüğün ana kaynağı adalettir. Adaleti olmayan özgür değil, köledir.

İyi insanların, iyi toplumların ulaşmak istediği hedef:
Herkese özgürlük, herkese adalet ve herkese insanca yaşam hakkı!

Sözlük:
Tasavvuf: İslam gizemciliği. Tanrı’nın varlığını, birliğini, niteliğini ve evrenin oluşumunu, yaratanla yaratılanın bir oluşunu açıklayan dinsel ve felsefi akım.
Vahdet-i Vücud: Varlığın birliği ve varlıkta birlik, Tanrı, alem ve insan ilişkilerini açıklayan düşünce sistemi.
Hurifilik: Kainatla sayı sistemleri arasında bağlantı kurarak geleceği okuduğu varsayılan gizemli bir şark mezhebi.
Ene’l Hakk: “Ben Hakk’ım” “Hakk’tan başkası değilim” demek olup, yaratanla kendini birleştiren Allah’a yakınlığını tanımlayan bir felsefik yaklaşım.

TARİHTEKİ ZALİMLİKLER VE GÜNÜMÜZÜN ZALİM EGEMENLERİ (1)

Ahmet Nişancı
Doğru Bakış
27 Haziran 2022

TARİHTEKİ ZALİMLİKLER VE GÜNÜMÜZÜN ZALİM EGEMENLERİ ¬¬(1)

Dini inançlardaki aşırılıklar her dönemde dinine aşk derecesinde derin ve keskin anlayışlarla /anlayışsızlık demek daha doğru olur/ bağlı insanlar doğurmuştur.

Yaşadığı toplumda ileri düzeyde yer alan hatta yönetici olan bu insanlar inandıkları ve izledikleri dinin kuralları içinde yaşam sürerken önce bağlı olduklarını söyledikleri bu dinin öncülerini, peygamberlerini incitecek biçimde dinin kurallarını çiğnediler ve iktidarlarını sürekli kılabilmek adına dinin gücüyle egemen olanlar dine yeni anlamlar yükleyerek değişime uğradılar ve toplumu kendilerine bağımlı bir hale getirmeye çalıştılar. Kendileri gibi düşünmeyen ve kendilerinin sürekli egemenliğini tanımayanları (biat etmeyenleri), yalanlar ve sahte deliller uydurarak karaladılar, dışladılar, hatta çeşitli işkence yöntemleriyle, sürgünlerle, zindanlarla, ölümlerle yaşamlarını zehir ettiler; kendileri için yeni bir din yarattılar: Zalimlik.

Zalimler, iktidarlarını sürekli kılmak için sağlıklı ve güvenli bir toplum yönetim anlayışlarını giderek kaybederler, diktatörleşirler ve öyle bir an gelir ki insanlıklarını yitirirler.

Dinler insanlık tarihiyle başlıyor. Dinler gerçek anlamda bir toplum öğretisi olarak değerlendirildiğinde insanların özgür, adil ve doğruluk içinde yaşamasını sağlayacak, güzel ve iyi ahlak örnekleri sunan bir felsefedir. Oysa zalimlikleriyle tarihte pek çok örneği görülen bu kişilerin yaptıklarına bakıldığında insanlığı dehşete düşürecek bir vahşetle karşılaşıyoruz.

Bu zalimler, insanlık tarihinin her devrinde ve her coğrafyasında hiçbir dinsel öğretiye bağlı olmaksızın kendileri için hiçbir sınır koymaksızın insanlara eziyet ederek egemenliklerini sürdürmüşlerdir.

Eski Yunan’da bilge kişiliğiyle, erdemli yaşayışıyla toplum önderliğinde büyük bir değer olan Sokrates (M.Ö: 469-399), Atinalı Komutan Anytos ve Atina toplumunun ileri gelenlerinden genç bir kişilik olan Meletos’un din karşıtlığı yaptığı ve gençleri baştan çıkardığı suçlamasıyla yargılanacak ve ölümle cezalandırılacak, baldıran şerbeti ile zehirlenerek öldürülecektir.
Meraklıları için Sokrates’in öğrencisi Platon’un yazdığı “Sokrates’in Savunması” önemli bir eserdir.

Batıda dindar Hıristiyan Kilisesinden bir başka zalimlik örneği
Michael Servetus’un (1509-1553 İspanya) zalimce öldürülüş gerçeğidir.
Latince, Yunanca, Arapça, İbranice dillerini bilen İspanyol İlahiyatçı, Doktor ve Coğrafya Bilgini olan Michael Servetus “Hıristiyanlığın Özüne Dönüş” kitabındaki öngörü ve önerileri nedeniyle dindar Kilise taraftarları ve yönetenleri tarafından dine karşı olduğu gerekçesiyle kitabıyla birlikte diri diri yakılmıştır.

İtalyan filozof, rahip ve gökbilimci Giordano Bruno’yu “Her Şey Tanrısal Kuvvetin Görünüşüdür.” düşüncesinden ötürü Kilisenin dindar anlayışına uymadığı gerekçesiyle Kilise Yönetenleri tarafından dindarlık adına diri diri yaktılar.
Daha pek çok örnek var batıdan.
Örneğin; İtalyan Astronom, Fizikçi, Mühendis, Matematikçi Filozof Galileo Galilei (1564-1641) ve Modern Kimya’nın Kurucusu Fransız Kimyager Antoine Lavoisier (1743-1795) gibi.

Batıdaki bu haksız, adaletsiz, insanlığa yakışmayan öldürmeler zalimliğin zaman ve coğrafya tanımadığının çarpıcı ve dehşet verici örnekleridir.

Yarın yazımın ikinci bölümünde Doğu coğrafyasında ve özellikle Müslüman toplumlarda yaşanan zalimlikleri ve günümüzün zalimlerini anlatacağım.

BÜYÜKLÜK HASTALIĞI

Ahmet Nişancı
DOĞRU BAKIŞ
20 Haziran 2022

Büyük insan olmak tutkusu pek çok insanın ortak isteğidir. Ama zor iştir büyük insan olmak.
Büyük olabilmek, büyük görünmek için nice insanlar vardır küçülen, küçükleşen.

Bazı insanlar başkalarını küçülterek, bazıları da kendilerinden küçük gördüklerini korurken ya da koruduğunu sanırken büyüdüklerine inanırlar.
Büyük olduklarına inananlar, güçleri ile bilinçlerini birbirinden ayırt ettiklerinde büyüklüğe aşırı aykırılık yaratarak çevrelerine zarar verirler.

Sırtlarında taşıdıklarından zarar görenler, onların aslında büyük olmadığını yere fırlatma başarısını gösterebilirlerse geç de olsa fark edeceklerdir; gerçekten büyük olmayanlar yere düşünce sürünmeye başlarlar ve onurlarını kaybederler.

Gerçek büyük insanı aşağıdan bakarak göremezsiniz; o, dağ gibi yüksektir, görmek için seviyesine yükselmeye çalışmalısınız. Seviye yükseltebilmenin en önemli göstergesi olanaklarınızı zorlayarak da olsa kendinizi bilgi ve beceri yönünden geliştirmek için çok okumalı ve öğrenmeye çalışmalısınız.

Büyüklük, gerçekçi bir bakış açısıyla, yaşamın gerçek anlamı içinde hem başarısızlık ve yenilgi hem başarı ve mutluluk yönünden değerlendirildiğinde gerçek değerini gösterebilir.

Büyük insan kendinden büyüğü tanır ve ona değer verir; her sözünü de ölçerek ve görgü kuralları içinde söyler.
Büyük olmadığını bildiği halde büyüklenenler sonunda adileşir, yabanileşir ve yanlarına varılmaz olur, tehlikeli bir hal alırlar.

Büyük olduğunu sananlar, kendini dev aynasında görerek azıttıklarında, yaptıkları kontrol edilemez noktaya ulaşır ve kendilerini küçültürken, içinde yaşadıkları toplumu da küçültür, küçük gördüklerinin canını yakar.

Topluma hizmetler sunmuş, başarılı olmuş değerli insanlar, bu hizmetleri sunarken aile yapısını temiz bir gelecek için hazırlama başarısı gösterebilmişlerse büyük kalacaklar ve gelecekte onurlu insanlar arasında anılarak yer alacaklardır.

Her insan yaşadığı toplumun bir oyuncusudur. Bir tiyatro sahnesi gibidir yaşam. Örnek olmuş oyuncular kutlanır bu sahnede.

Hayat sahnesinde oyuncuların sahneyi kullanımları, ses tonları, toplumla kurdukları gönül bağları, duyguları aktarmada yüreklerini ortaya koyuşları, sahneler arası geçişlerdeki uyum, esere ve rollerine hâkimiyet, diyaloglardaki canlılık ve sahne, dekor arasındaki bağlaşıklık bir profesyonellik gerektirir.

Başarıya ulaşmış bir profesyonel kadronun oynadığı rol keyifle izlenen toplum mutluluğu tablosudur.

İnsan, amacının ve başarısının yüceliği ölçüsünde büyüktür.
Gerçekten büyük olanın zamanı geçmez.
Değerli tarihçimiz Prof. Dr. İlber Ortaylı Hocamız da “Zaman Kaybolmaz” demiyor mu Nilgün Uysal’la yaptığı söyleşilerde ve kitaplaştırdığı son eseri “Zaman Kaybolmaz” da?

GÜZEL AHLAK

GÜZEL AHLAK
Ahmet Nişancı
Eğitimci-Yazar
Doğru Bakış
6 Haziran 2022

Ahlak denilince bireyin aklına “Güzel” ile birleşen “Güzel Ahlak” ve yaşamın her alanını içine alan, aile, toplum ve çevresi ile bütünleşen ilişkiler ağında insanca, sevgilerle yücelen davranışlar bütünü geliyor.

“Güzel Ahlaklı” olarak tanımlanan birey kendi iç dünyasında mutlu olacak, içinde yaşadığı toplumdan da saygınlık kazanacaktır.

Güzel ahlaklı birey varlıklıyken de yokluk içinde olduğunda da yetiştiği kültürden kaynaklı kendisinden vererek, başkalarının yaşamına, dayanışmaya ve toplumsal bilincin gelişmesine katkı sağlarsa, sevgi ve hoşgörü bağlarını güçlendirir ve herkes için mutluluğa kapı aralar.

Bireyin güzel ahlaklı olarak adlandırılabilmesi, kabul görmesi için toplum tarafından benimsenmiş ve herkesin ulaşamayacağı önemli özelliklerinin olması ve toplumun bu özellikleri birçok kez gözleyerek hoşnut ve emin olması gerekir.

Doğru sözlü olmak ve verdiği sözün arkasında durarak gereğini yapmak ve sonuçlandırmak en önemli özelliğidir güzel ahlaklı bireyin. Yerine getiremeyeceği bir konuda -en yakını olsa bile- umutlandırıcı söz ve eylemlere yönelmemek ve karşısındakine bu durumu açıkça ve dürüstçe ileterek sözüne güvenilir bir kişilik sergilemek önemli bir güzel ahlak ilkesidir.

Doğru sözlü olmamak kişiyi “Yalancı Duruma” düşürür; bu durum birey için çok büyük bir insanlık ayıbı olmanın yanında, güvenirlik yitimidir. Birey, tek tek kişilere ya da bir bütün olarak toplum kesimlerine karşı güvenilirliğini yitirdiğinde yaşamı tatsızlaşır.
Ahlakın kişiden kişiye değişen felsefesi açısından değerlendirildiğinde “İyi” ve “kötü” vardır ve bunların açılımında ahlaklılığın özü ve temelleri incelenir, araştırılırsa iki bakış açısı öne çıkar.
1. Subjektif (Öznel) Ahlak, çeşitli davranışların yanlış ve doğru oluşunu belirleyen bir yargı ve ilkeler sistemi ya da inancı anlamında bireylerin doğrudan kendi nefislerine karşı nasıl davranmaları gerektiğini belirler; kötü düşünmemek, yalan söylememek, iftira atmamak ve diğer.

-2-
Başlangıç olarak doğrulara yakın olsa da bireyin (Sübjektif ) fikirleri, görüşleri her an değişebilir.
Örneğin birey bugün “Ak” dediğine ertesi gün “Kara” der; bugün “Veririm” der, ertesi gün “Vermiyorum” der; İftira etmenin, yalan söylemenin kötü olduğunu bilir, ama yine de iftira atmaktan, yalan söylemeden geri durmaz.
2. Objektif (Nesnel) Ahlak: Bu bakış açısında ahlakın sonradan edinildiği, aile, okul, çevre, din gibi kurumlar aracılığıyla toplum tarafından bireye aktarıldığı kabul edilir. Objektif ahlak, bireyin diğer insanlara nasıl davranacağını, doğruları belirler; başkalarına zarar vermekten kaçınma, verilen sözleri tutma, başkalarını kötülememe, küfürden uzak durma, yardımlaşma ve benzeri “İyi”leri içerir.

Bir de vicdan var: Vicdan, insanın iyiyi ve kötüyü ayırt etmesini sağlayan doğruyu ve yanlışı bulduran içsel güçtür, yetenektir

Ahlak değerlerine ister kültürel, ister dinî, ister dünyevî ve felsefi yönlerden bakılsın ve değerlendirilsin, bireylerin, toplulukların düşünüşlerinde farklı ahlak ögelerinin öne çıkması kabul edilebilir bir anlayış olabilir mi?
Ama ahlaka iyi ve kötü açısından objektif bir görüşle bakıldığında “Böyle bir sorunun gereksiz olduğu düşünülmelidir.

Ülkemizin insanları kendilerini tanımlarken “Ben Anadolu İnsanıyım” diyerek başlar söze. Anadolu insanı olmak güvenilirliğin sembolleşmesidir. “Anadolu İnsanı” ile “Güzel Ahlaklı” tanımlamaları / tamlamaları / birbirinin üstüne oturmuş ve tek anlama dönüşmüştür bu benzerlikten dolayı.

Anadolu insanı nasıldır?
Anadolu insanı kimseye haksızlık yapmaz, kıymet bilir; zor kullanmaktan ve incitici sözlerden, özellikle küfürden, ailenin namus ve şerefinden kötü söz etmekten, göz koymaktan kaçınır; halkın anlatımıyla eline, diline, beline hâkim olmaya önem verir, haksızlıklara karşı da haklının yanında yer alır.

Anadolu insanı delillere dayanarak emin olmadan karşısındaki bireyleri suçlamaz; hele hele suçlamak gerekli olduğunda bile kirli dil kullanmaz.

Anadolu insanının dili de kendisi gibi saftır, temizdir; hakarete varan söyleyişlerden özellikle kaçınır. Hayattan kendisi için ne isterse, sadece dostları için değil, insan oldukları için düşmanlık edenler ya da düşman belledikleri için bile onu ister.
Anadolu İnsanı ne söyler ne ister örneğin?
-3-
“Allah doğru yola iletsin!” der.
“Allah akıl fikir versin!” der.
“Sağlıksız görünüyor; inşallah tez zamanda sağlığına kavuşur!” der.
“Bana haksızlık yapıyor ama, bunun bir de ötesi var. Yalan dolanla zeytinyağı gibi suyun üstüne çıkılır ama, yalancının mumu yatsıya kadar yanar!” der.

Bir toplumun vatan sevgisi ve onun korunması için gerektiğinde canını ortaya koyarak özverili davranması en önemli yurttaşlık görevdir.

Toplumun sağlıklı yaşayabilmesi için en önemli diğer değer ahlaklı olmaktır.

Ahlak dışı hareketleri hafife alan toplumlar çürümeye mahkumdur.

Yalan söylemek, rüşvet alıp vermek, hırsızlık, gereksiz tartışmalar yaratarak toplumu gerginliğe sürüklemek, insanları taciz etmek, küfür, hak hukuk tanımamak, bir şey verirken karşılığını beklemek; bunların tümü ahlaksızlık tanımı içindedir.

Ahlaksızlığı ulus için bir güvenlik sorunu olarak değerlendirmenin yanlış olmadığı düşünülmelidir.

Felsefe açısından bakıldığında yaşamında yanlışlıklar, haksız kazançlar olanlar rahat uyuyamazlar ve yaşamdan bu nedenle haz almazlar.
Haz duymayan birey özgür değildir.

Akılcı bakışla toplumları bilge insanların yönetmesi ve ehil olmayan kişilerin çıkar karşılığında görevlere getirilmemesi mutlu toplum için vazgeçilemez bir kural olarak benimsensin istenir.
Toplumları yönetmeye istekli olanların (siyaseten yönetmeye talip olanların) bile inanma, bilme, eyleme geçme yolları her yerde ve her zamanda aynı olmayabilir.
Üstün insan kimliği taşıyan ve yönetmeye istekli olan siyasilerin ahlaklı yaşam için kuru sözler etme yerine, toplumu ayrıştırmadan, germeden eyleme geçmenin önemine vurgu yaparak zamanı iyi değerlendirmeleri ahlaklı olmalarının da gereğidir.

Ünlü bir atasözümüz “At binicisine göre kişner!” der. İyi, güzel konuşmak görev için yeterli sayılamaz. İyi konuşabilen ve kendisine inandırıcılığı ile puanlar toplayan bir birey “İyi at biner!” anlamı kazanmaz.
-4-

Ahlakın ölçütleri içinde menfaat ve faydayı ölçüt olarak alanlar yanılgıdadırlar; Ahlak için asıl ölçüt erdem ve vazifedir.
Anlamayanlar için Kur’an’ın Nur Süresinden de bir örnek:
Allah’ın sizi bağışlamasını istemez misiniz? Allah, günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü sonuçlarından koruyandır (Kullarına karşı merhameti olan Rahîmdir. (Nur: 22)
İffetli, hiçbir şeyden habersiz ve mümin olan kadınlara iftira edenler, dünyada ve ahirette lanetlenmişlerdir. (Nur: 23)
O gün dilleri, elleri ve ayakları yaptıklarına dair aleyhlerine şahitlikte bulunacaklardır. (Nur: 24)

“Yanlışlıkların, haksızlıkların bir gün mutlaka açığa çıkmak gibi kaçınılamaz halleri var; unutulmasın”!

Sözcükler:
Erdem (Ad): Ahlakın övdüğü ve ahlaklı olmanın gerektirdiği doğruluk, yardımseverlik, yiğitlik, bilgelik, alçakgönüllülük, iyi yüreklilik, ölçülülük gibi niteliklerin ortak adı.
İffetli (Sıfat): Namuslu
Rahîm (Ad): Allah

23 NİSAN 1920 KUTSAL SAVAŞI YÖNETEN TÜRKİYE BÜYÜK MİLLETİ’NİN AÇILIŞI

23 NİSAN 1920 / KUTSAL SAVAŞI YÖNETEN TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’NİN AÇILIŞI

Ulusların yaşamlarında önemli günler vardır.

Bu önemli günler uluslarca Ulusal Günler ve Milli Bayramlar olarak kutlanır.
Yeni Türkiye Devleti Cumhuriyet İlanını 29 Ekim 1923 günü ilan ve kabul etmişse de, Türkiye Cumhuriyeti’nin gerçek kuruluş tarihinin birçok tarih ve sosyal bilimci tarafından 23 Nisan 1920 olduğu, bu tarihin Türkiye Devletinin doğum günü olduğu konusundaki değerlendirmelere de katılmakta bir sakınca görülmemelidir.
23 Nisan 1920 / Kutsal Savaşı Yöneten T.B.M.Meclisin Açılışı
23 Nisan 2020 Türkiye Büyük Millet Meclisinin (TBMM) açılışının (100.) Yüzüncü Yılı. Ulusların yaşamında önemli günlerin yükselişlerin yüz yıl ya da yüz yıllara ulaşmasının tarihsel anlamının değerlendirilmesi ve o yüz yılın her türlü koşullar zorlanarak da olsa en üst düzey görevlilerin katılımıyla, en üst düzey hazırlık ve etkinliklerle kutlanması modern bir ülke için vaz geçilemeyecek bir görevdir. (“zorlanarak” sözcüğü Corona Virüs/ Covid 19 nedeniyle kullanılmıştır.) Bu önemin nedeninin yediden yetmişe tüm vatandaşlar tarafından bilinmesi, gereğinin yerine getirilmesi ve gelecek nesillere aktarılması gerekir.

Osmanlı Padişahı ve Saray Yönetimi Yok Düzeyindedir.

Altı yüz yıl Türk Yurdu, yönetildiği Osmanlı İmparatorluğu 1. Dünya Savaşından yenik çıkınca yapmış olduğu Sevr Barış Antlaşması ile parçalanmanın eşiğine gelmiştir. Ülkemizin birçok yeri Emperyalist Avrupa Devletleri /İngiltere, Fransa, İtalya tarafından tam bir işgal altındadır ve paylaşılmak için gün sayılmaktadırlar. Doğu da Ermeniler başkaldırmıştır ve orada bağımsız bir devlet kurma arzusundadırlar; içimizde azınlık olarak asırlardır iyi komşuluk ilişkileri ve varlık içinde, ayrıcalıklı olarak yaşayan Rumlar, Ermeniler hainlik içindedirler; İstanbul’da Padişah Vahdettin ve saray yönetimi, ülkemiz gibi esaret altındadır, teslim alınmışlardır.
Ulusun kurtuluşunu topluca karşı koyulacak bir savaşta gören Mustafa Kemal, Amasya Genelgesi’yle kurtuluşun yolunu gösterecektir.
Vatanın Bütünlüğü, Milletin İstiklâli tehlikededir. Amasya genelgesi 1. Madde
Milletin Bağımsızlığını Yine Milletin Azmi ve Kararı Kurtaracaktır. Amasya Genelgesi 3.madde

Erzurum Kongresi öncesinde General Üniformasını çıkararak milletin bir ferdi olarak kurtuluşa giden Kutsal İsyanı başlatacaktır. Sivas Kongresi ile oluşturulan Önder Kadrosuyla Ankara’ya gelerek milletin azmi ve kararını temsil edecek TBMM açılacak ve Türk Kurtuluş Savaşı bu Kutsal İsyanı yönetecek meclisle başarıya ulaşacaktır.
23 Nisan 1920 / Kutsal Savaşı Yöneten Türkiye Büyük Millet Meclisin Açılışı
Kurtuluşu ve Kuruluşu yönetecek T.B.M. Meclisi 23 Nisan 1920 Cuma günü dualarla açıldı. Ankara’da yeni bir Türk Devleti kurmak üzere başında yeminli Mustafa Kemal’in olduğu yeni bir Ulusal Meclis, önünde kurtarılacak bir yurt göreviyle yükümlü, zor bir görevin beklediği, üstesinden gelebilmek için varlıklarını her şeyin üstünde tutmak zorunda olan yurdu kurtarmak görevine soyunmuş bir T.B.M. Meclisi Hükümeti vardır artık. Kuruluş aşamasındaki bu Birinci Meclis her ideolojiden ve meslekten insanlarla kurulu bir karma yapı barındırmaktadır. Bu meclis birçok konuda geriye dönük kişilerin atılımların önüne set koymaya çalışmalarına karşın, Büyük Önder Mustafa Kemal Paşa’nın akılcı yönetimiyle Kurtuluş Savaşını üstün bir başarıyla yönetmiştir.

Meclisin Önündeki Zorluklarla Dolu Büyük Görevin Açmazları

Bir Kutsal İsyanla başlayarak kazanılan bu Kutsal Savaş ve sonunda sağlanan Kutsal Barış hangi güçlükler aşılarak kazanılmıştır? Bu soruyu ve yanıtını milletin her bireyinin beyinlerinde bir fırtına yaratırcasına oluşturup yerleştirmedikçe ve bugünkü nesilden gelecek kuşaklara aktarma görevini yerine getiremedikçe Türkiye Cumhuriyeti için tehlike her zaman var olacaktır.
Meclisin açıldığı zaman içinde Sevr Antlaşması Osmanlı Devleti’ni yönetenler tarafından kabullenilmiş, tehlike olarak değerlendirdikleri yörelerimiz, topraklarımız işgal güçlerinin yeni bahaneleriyle işgal ettikleri önceki topraklarımıza eklenmektedir.
İngilizlerin desteğiyle İzmir’e asker çıkaran Yunan Kuvvetleri ilerlemelerini Aydın, Afyon boyunca genişletmekte ve geçtikleri şehirlerimizi yakıp yıkmakta ve halkımızı vahşice katletmekte, kadınlarımızın, kızlarımızın namuslarını kirletmekte, çocuklarımızı süngüleyerek eğlenmektedirler.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetine karşı, Osmanlı Saray Yönetiminin teşvik ve destekleriyle iç isyanlar çıkarılarak kurtuluş hareketine engeller koymaya çalışılmakta, içimizde asırlarca en iyi şekilde varlık içinde ve ayrıcalıklı olarak yaşattığımız Rumlar, Ermeniler hainlikleriyle işgal güçlerinin yanında yer almakta, biz komşularını kalleşçe arkadan vurmaktadırlar.
Savaş sürecinde Türk Toplumunun Yapısı, Ordunun durumu, savaş ekonomisi, halkın desteği bir başka yazıya bırakılarak; bu metinde Atatürk’ün Ulusal Bayram olmanın yanında Türk çocuklarına bayram olarak armağan ettiği 23 Nisan’ın geçirdiği evrelere yer verilmiştir.

23 Nisan’ın Geçirdiği Evrelere Ait Bilgiler

23 Nisan 1920, T.B.M.Meclisi’nin açılışıyla ulusumuzun tarihinde çok önemli bir gün olma özelliği, ulusallık kazanmıştır. Bu ulusal günün bugüne değin kutlanması aşamasında geçirdiği evrelerin hepsi akılda tutulamasa da zaman zaman hatırlanması için evinizdeki önem verdiğiniz bir bilgi dosyasında bulundurulması, özellikle de çocuklarınıza bu günün öneminin kavratılması okullarımıza/ öğretmenlerimize olduğu kadar aileler içinde bir görev olmalıdır.
1- 1920 / 23 Nisan – Türkiye Büyük Millet Meclisi açılmıştır.
2- 1921/ 23 Nisan – İlk olarak Bayram olarak kutlanmıştır.
3- 1921/ 2 Mayıs – 23 Nisan Kanunla Milli Bayram olarak kabul edilmiş ve Ceridei Resmiye (Resmi Gazete)’ de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. İki maddeden oluşan kanunun;
1. Maddesi: “TBMM’nin ilk yevmi küşadı (açılış zamanı)olan 23 Nisan günü milli bayramdır.”
2. Maddesi: “Tarihi kabulünden muteber (geçerli) olan işbu kanunun icrasına (yürütülmesine) Türkiye Büyük Millet Meclisi memurdur. Bu kanunun kabul edilmesiyle 23 Nisan her yıl coşkuyla ve büyük bir mutlulukla milli bayram olarak kutlanmıştır.
4- 1924 23 Nisan’ın her yıl Mustafa Kemal (Atatürk ) emriyle Egemenlik Bayramı olarak kutlanmasına karar verilmştir.
5- 1927/ Ulusal Egemenlik Bayramı Türkiye Himaye-i Eftal (Çocuk Esirgeme) Cemiyeti’nin öncülüğünde daha ayrıntılı bir bayram kutlamasına dönüştürülmüştür.
6- 1929/ 23 Nisan Mustafa Kemal (Atatürk) tarafından Türk Çocuklarına armağan edilmiş ve 23 Nisan Çocuk Haftasına dönüştürülmüş, zengin etkinliklerle kutlamalar yapılması gelenekleşmiştir.
7- 1935/ 27 Mayıs tarihinde kabul edilen “Ulusal Bayramlar ve Genel Tatiller Hakkında Kanun ile 22 Nisan öğleden sonra ve 23 Nisan gününün Ulusal Egemenlik Bayramı olarak kutlanması kanunlaşmıştır.
8- 1979 / 23 Nisan Ulusal Egemenlik Bayramımız Yurtdışındaki temsilciliklerimizde de ve ilk olarak davet edilen dünya çocuklarının katılımıyla Uluslararası Çocuk Bayramı olarak kutlanmaya başlanmıştır.
9- 1983/ 20 Nisan –1981 tarihli Ulusal Bayramlar ve Genel Tatiller Hakkında Kanun’da yapılan değişiklikle 23 Nisan “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” olarak düzenlenmiştir. Böylece 1929 yılından bu yana Mustafa Kemal (Atatürk) ‘in bayram olarak çocuklara armağan etmiş olduğu “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı ‘na “Çocuk” sözcüğü kanunla eklenmiştir.

Bu 23 Nisan’da yüzüncü yılını kutlayacağımız Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı coşku içinde kutlamamız salgın halini alan Corona Virüs nedeniyle olanaklı olmasa da, büyüklü küçüklü hepimiz bu bayramı içimizde çocuksu bir sevinç içinde yaşamalı, yaşatmalıyız.
Ulusumuzun kurtuluşa giden yolunda bir köşe başı taşı olan 23 Nisan’ı bize sonsuza kadar kutlayacağımız bir ulusal gün olarak armağan ve emanet eden Yüce Atatürk’e, O’nun silah arkadaşlarına, milyonlarca şehitlerimize sonsuz şükranlarımızı sunuyoruz; ruhları sevinçli olsun. Ulusumuzun Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı tüm ulusumuza kutlu olsun. 23.04.2020
Ahmet Nişancı