SARAY APARTMANI OTURANLARI
DEĞERLİ KOMŞULARIMA!..
Köyümüzün yerleşimi Çoruh Nehrinin tabanından başlayarak -ki orada deniz seviyesinden yükseklik en az 250 metredir- sürekli dikleşerek 1200 metreye ulaşır. Ailemize ait evimiz iki katlı, sekiz odalı, çift balkonlu yaklaşık 250 yıllık bir bina olarak bu zirvede yer alır ve on yıl önce restore ettirilerek büyük dedelerimizden yadigar olarak değerini korumaktadır.
Bizim çocukluğumuzda aniden bastırarak geceden yağan karın iki metreyi bulduğu, zemindeki ana kapıların tamamen kapandığı ve dışarıya çıkabilmek için ikinci kat kapı ve balkonlarını kullandığımız çok olmuştur.
Güneş, evimizin arkasında büyük çoğunluğu köknar (göknar) ağaçlarından oluşmuş dört yüz yılık ormanın tepesinden doğar.
Çocukluğumuzdan başlayarak alışkanlık haline getirdiğimiz bir aile geleneğimizdir sabahları pencereleri, balkon kapılarını açarak doğadaki temiz havayı eve davet etmek ve geceden kalan evde birikmiş kirli havayı evin dışına atmak.
9 Aralık 2019’da şu an içinde oturduğum 9 numaralı daireye taşındıktan beri de bu alışkanlığı bir gelenek gibi tek başıma sürdürüyorum; sabahları salonumun balkon pencere kapılarını açıyorum ve İstanbul’un cennet görüntülerinde gözlerimi dinlendirirken, yeşillikler içinden temiz havayı ciğerlerime çekerken, evimin kirli havasını doğanın doğal havasıyla takas ediyorum.
O sabah da aynı alışkanlığı sürdürürken, balkonumdan ön bahçe içindeki iğne yapraklı güzelim ağaçların kellelerini kesilmiş görünce gerçekten büyük şaşkınlık yaşadım. (Şimdilerde yanlış bir kullanımla “Şok oldum” dedikleri, “şoke olmak”tı bu.)
İğne yapraklı ağaçlar tepeleri kesilerek budanmaz; yağan yağmurlarla birlikte tepeden gelecek zararlılar bu ağaçları hastalıklı hale getirir ve belki de kurumalarına neden olur. Uyarmalıyım; tepesi kesilen bu ağaçların kesim yerleri ağaç macunlarıyla zaman geçirilmeden hemen kapatılırsa belki az bir zararla kurtarılabilirler. İğne yapraklı ağaçlar gövdenin 1/4 oranında altından ve budak bırakılmadan budanmalıdır. Bu budama biçimi ağacın nefes almasını, güçlenmesini, hem de güzel bir görünüm kazanmasını, ayrıca şehir içi yerleşimlerde alt katta , özellikle giriş katlarında oturanların görüşünün kapanmamasını sağlar.
Yaprak döken meyvesiz ağaçlar şehir içinde tepeden başlayarak budanabilirler. Böylece hem yana doğru büyümeleriyle daha fazla gölge yapabilmeleri sağlanır, hem de doğanın görüntüsü tablolaşır.
Yukarıdaki metni komşularıma bir olayı ve o olayın bende yarattığı ani tepkinin nedenini açıklamak gereğini duyduğum için yazdım. Aslında bu açıklamayı yüzyüze yapabilmek, hem de komşularımla tanışabilmek adına büyük bir hevesle yaptığım çay davetim kabul görmüş olsaydı, eminim ki komşuluk ilişkilerimizin güçlenmesine de katkı sağlayacaktı.
(Davete katılamıyacaklarını özürlerini belirterek önceden bildiren komşularıma – adlarını burada belirtmenin doğru olmadığını düşünüyorum- çok teşekkür ediyorum ince düşünüş ve davranışları için.)
Olay ve Gelişimi:
Ağaçların tepeden budandığı günün ertesi günlerde yine balkon kapılarını açmış dışarıyı seyrediyordum. Sokağımızın içinde, hemen çıkış kapımızın önünde gördüğüm tehlikeli bir durum nedeniyle yüksek sesle “Hop hop, hooop hooop ” diye bağırmaya başladım. Geri geri gitmekte olan bir otomobil. Elinden tuttuğu çocuğunu okula götürmekte olan bir anne ve çocuğu. Arkaları otomobile dönük anne ve çocuk durumun farkında değiller. Otomobilin sürücüsü beni duyup güçlü bir fren yapmasa, belki de talihsiz bir kazaya neden olacaktı.
Anneye seslendim: “Neden yolun ortasından yürüyorsunuz? Açıklamasında, yaya yolundaki elektrik direğinin yolu daralttığını ve ağaçlara sürtünerek geçerken ağaçların tozundan etkilendiklerini söyledi. Bu olaydan etikilenerek Yöneticimiz Ertan Bey’e bir mesaj gönderdim: “Ertan Bey, bahçedeki yeşil ağaçların ana yola dönük dal uzantılarının insan boyu seviyesinde duvar hizasında tıraşlanması “geçişlerde kirlenmenin önlenmesi yönünden uygun olur” diye düşünülebilir mi? Sanırım 1 Nisan 22.11’di. 22.15’de Ertan Bey yanıt verdi: “…ağaçlar için de söylerim mümkün olduğunca keserler artık…”
Birkaç gün sonra aynı anne ve çocuğu tehlikeyi yaşamalarına rağmen yine sokak içinden yaya yolunu kullanmadan yürür görünce ani bir kararla aşağıya indim ve bugün gördüğünüz biçimde ağaçları budadım. Budamayı yaparken dokuzuncu katta oturduklarını söyleyerek tanıştığımız iki komşumuz geldi ve ayaküstü söyleştik. Hatta biraz espri, biraz gerçek olarak yapraklarını döken ağaçların üstten budanmalarının iyi olacağını değerlendirdik. O arada telefonum çalınca komşularımızın mesajlarını da gördüm:
Bir Komşu: “Bahçemizdeki ağaçların kesilmesi ile ilgilii bilgisi olan var mıdır acaba?” 13.09
Kerem (Bey): “Kameralardan bakabilirsiniz eğer kayıt alıyorsa saati belli 10.30-12:30 arası” 13.25
Yönetici Ertan Bey: “Evet Kerem Bey teşekkürler hemen bakıcam” 13.30
AhmetNişancı (Ben): “Ertan Bey, ağaçların ön dallarını ben budadım.” 13.43
Yönetici Ertan Bey: “Ahmet Bey, sorması ayıp kimden izin aldınız bu işlemi yaparken” 13.44
Mesajların arkası kesilmez devam etsek. Hemen telefon ettim Ertan Bey’e. Azarlamasını da yedim tabii olarak. Canı sağolsun Ertan Bey’imin. Haklıdır. Durumun önemini gerekirse ben komşularıma anlatabileceğimi söyleyerek, kendisinin yönetici olarak sorumluluktan kaynaklı endişesinin haklılığını kabul ettim. “Olan olmuş artık!” diyerek üzüntüsünü belirtti Ertan Bey ve konuşmayı sonlandırdık.
Biraz da uzun bir biçimde burada anlattıklarımı yüzyüze konuşamadığımız için bu mektubu komşularıma yazmanın bir görev olduğunu düşündüm ve yazdım.
Merak ettiğim ve mümkünse yanıtlanmasını istediğim önemli bir sorum olacak komşularıma:
“Bu ağaçların tepeden kesilmesi nasıl bir kararla oldu ve niçin hiçbir komşum bunun yanlışlığını dile getirmedi ve çok hızlı bir şekilde benim budamam göze gelebildi?”
Yaptığım ani tepkimin doğru olduğunu savunmayacağım. Ani tepkilerin izin alma gibi bir anlayışı hiçbir zaman olmamıştır, bundan sonra da olmayacaktır. İnsanlık tarihi, toplumun yanlışlardan arınmasında sayısız izinsiz başkaldırılarla doludur. Benim ki küçük bir tepki! Hem de zararsız bir tepki. Çünkü, hem budadıklarımın, hem de diğerlerinin içten ve dıştan aynı seviyede budak bırakmıyacak biçimde budanmasının ve ağaç alt bölümlerinin temizlenmesinin gerekliliğine inanıyorum. Araştırınız,uygun olduğunu sizler de göreceksiniz.
Herşeye rağmen, ağaçlar konusunda gösterdiğim tepkiyle sizlerden, özellikle Yönetici sorumluluğuyla tepki koyan Ertan Bey ve diğer üzdüklerimden özür diliyorum.
Ancak , “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmamak gerektiğini unutmayalım.”
Çay davetime gelemeyeceğini bildirmeyerek gelmeyenlere de gönül koymuyorum. Komşuluk anne babadan, kardeşten daha önemli bir akrabalık ilişkisi doğuran toplumsal bir dayanışmadır. Evlenirsiniz ayrı bir eviniz olur, anne babadan, kardeşten uzak kalırsınız; ama komşularınız hep vardır ve onlara duyacağınız güven, yaratılacak dayanışma “Komşu komşunun külüne muhtaç!” özdeyişini haklı kılar.
Çoğunuzu henüz tanımıyorum, ama benim için hepiniz çok değerlisiniz. Sıkıntım olursa en yakınım sizlersiniz. Sıkıntınız olursa her an sizin için koşmak boynumun borcudur. Kapım hep açık olacaktır komşularıma; günün her anında…
Komşuluk en önemli örgüttür. Örgütsüz toplum topaldır, aksaklıkları, sorunları tükenmez.
Güvenilir olalım, güvenilir güzel komşularımız olsun, güven içinde yaşayalım!..
Değerli Komşularım! Ben 77 yaşımdayım. Emekli Edebiyat Öğretmeniyim. Eşimi 19 Haziran 2018’de kaybettim. Ankara’da oturuyorduk eşimle. Kızımız Seda Devrim, Eşi Mehmet ve torunum Egemen GÜVENÇ Kızılay Caddesi’nde, iki kardeşim Ataşehir’de oturuyorlar.
Size “Hoş Buldum.” diyorum.
Sizleri saygı ve sevgi ile selamlıyorum… 14 Mayıs 2019
Ahmet Nişancı
9 numaralı apartman komşunuz
Tlf: 0505 575 28 68
Kategori arşivi: Mektuplar
Sayın Prof. Dr. Türkan Saylan’a Açık Mektup
Sayın Prof.Dr. Türkan Saylan
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Genel Başkanı
Sizi, kişisel sorunlarından kendisini arındırarak, birikimlerini ülke sorunlarının çözümünde kullanmak için ülkesine adamış bir cumhuriyet kadını olarak tanıyorum. Akademisyen olarak yaptıklarınız bir yana, çağdaş yaşam için verdiğiniz emek ve savaşımın örgütlü örneğinin öyle sanırım ki dünyada bir başka örneği yok. Bu kısa anlatım içindeki kişiliğiniz için toplumumuzun size gönül borcu vardır.
Bu mektubu size, görevli ve sorumlu olarak bulunduğunuz iki kurumda son zamanlarda vermiş olduğunuz-bana göre olumsuz-iki karar oyunuzun nedenini öğrenmek için yazıyorum.
1.Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği niçin Ulusal Birlik Konseyi’ne katılmamıştır?
2.YÖK üyesi olarak, neden İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Kemal Alemdaroğlu’nun görevden alınması yönünde oy kullandınız?
Ülkemiz ABD’ye yaranma, AB’ye girebilme uğruna çok büyük kayıplara uğratılmaktadır. Bu kayıpların etkisinin uzun vadede bile ortadan kaldırılabilmesi olanaklı görünmüyor.Ülkemizin tek taraflı olarak yerli işbirlikçilerin de katılımıyla yabancılara armağan edilircesine sunulmasına hangi ulusseverin gönlü razı olabilir?
Ulusal Birlik Konseyi, bu sorunun çözümlenmesinde etkili olmak, cumhuriyete ve onun kazanımlarına sahip çıkmak, ulus devleti savunmak amacına yönelmiş Sivil Toplum Örgütlerini bir araya getiren, STÖ üst kurulu olarak çalışacak bir birliktir. Böyle bir birliktelikte ÇYDD neden yer almaz? Bunu anlamakta zorluk çekiyorum. “ÇYDD sosyal bir örgütlenmedir ve her türlü siyasetin dışında kalmalıdır.” gibi bir değerlendirmeden yana değilim. “ÇYDD Türk insanının çağdaşlaşmasında öncü ve yaratıcı olmasının yanında, Cumhuriyet’ten, ulus devletten, bağımsızlıktan, Atatürk İlkelerinden ve Devrimlerinden ödün verilmemesi konusunda da taraftır.”diye düşünüyorum.
Sayın Cumhurbaşkanımızın görevden alma kararı 23 Eylül 2004 günlü Resmi Gazete’de; “İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Kemal Yalçın Alemdaroğlu, Yüksek Öğretim Genel Kurulu’nun 03.09.2004 günlü ,2004.9.63 sayılı Kararı nedeniyle,2547 sayılı Yüksek Öğretim Yasası’nın ek 1. maddesi uyarınca, Rektörlük görevinden alınmıştır.”biçiminde yayımlandı.
Buradan anlaşılıyor ki, Sayın Cumhurbaşkanı görevden almanın gerekçesini YÖK Genel Kurulu’nun “Görevden alınsın.” şeklinde özetlenebilecek kararına dayandırmaktadır.
“Sayın Alemdaroğlu’na karşı yapılan bu uygulama tam bir yargısız infazdır.”diye düşünüyorum.Eğer Sayın Rektör’ün uygulamada bir hatası, eksiği, hukuksuzluğu var idiyse neden disiplin soruşturması açılmamıştır; ceza soruşturması açılmamıştır? Öyle anlaşılıyor ki,YÖK Başkanı ,hem de bir hukukçu olmasına karşın,yargıyı işletmemiş, hukuku kendi istediği doğrultuda kullanarak doğrudan uygulamaya (infaza) geçmiştir ve öyle sanırım ki YÖK Genel Kurulu üyelerinin çoğunluğunu da buna inandırmıştır.Kimlerin inandığı bir yana, sizin bu uygulamaya katılmamış olmanızı dilerdim. Çünkü:
Sayın Alemdaroğlu’na karşı bir kampanyanın sürdürüldüğünü kavramadığınızı, sizin gibi akademisyenliği ve sosyal girişimciliği ülke sınırlarını aşmış bir kişiliğin bilgeliğinden beklemek gibi bir haksızlığı size yapamazdım.
Sayın Alemdaroğlu’na karşı yürütülen kampanya, O’nun ulusal kimliğini öne çıkararak Cumhuriyete, bağımsızlığa, laikliğe, Atatürk İlkelerine ve Devrimlerine sahiplik etmekteki kararlılığı ve öncülüğü nedeniyle düzenlenmiştir. Düzenleyenler ABD, AB ve onların yurt içindeki uzantıları, gerici çevrelerdir. AB’nin ülkemizi teftişle görevlendirdiği ve ülkemize her gelişinde önünde taklalar atılan Verheugen, Alemdaroğlu’nu kastederek “O faşisti iş başından almadınız mı? deme cesaretini göstermiş, gereği de sonunda yerine getirilerek sayın müfettiş ve ABD, AB uzantıları gericiler mutlu edilmiştir.
Ne yapmıştır Alemdaroğlu ki bu kadar büyük düşmanlıklar kazanmayı başarmıştır?
Suçu çoook !
*BOP hareketine karşı Avrasya Hareketine destek vererek, Türkiye, Rusya, İran üçgeninde bir yeni yapılanmanın gerekliliğini ortaya koymak.
*Üniversitelerin özerkliğini, bağımsızlığını ve laikliğini savunarak gerici güçlerin üniversiteye girmesine izin vermemek.
*Dış ve iç güçlerin ülkenin zayıflatılması yönündeki çalışmalarına ve ulusal değerlerin yok pahasına bu güçlere armağan ( peşkeş çekilmesine) edilmesine karşı Ulusal Birlik Konseyi’nin kurulmasını sağlamak ve önderliğini yapmak.
*İstanbul Üniversitesi’ni Kuvayı Milliye Hareketi’nin merkezi haline getirmek.
*Üniversiteye, halk çocuklarının daha rahat bir ortamda yararlanmasına olanak verecek her türlü maddi ve manevi desteği sağlamak.
*Sonuç olarak 80 bin öğrencinin öğrenim gördüğü, belki de sayısal olarak değerlendirildiğinde dünyanın en büyük üniversitesini, Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığının korunmasında, ulusal birliğinin sağlanmasında, laik ve özerk öğrenimle birlikte Atatürk İlkeleri ve Devrimleri’nin yaşatılması ve geliştirilmesinde öncü kuruluş haline getirmesiyle büyük bir günah işlemiştir Sayın Alemdaroğlu(!?).
Sen kimsin ey Alemdaroğlu?
ABD’deki, AB’deki ağababalarına karşı gelirsin ha!
Sana ne Ulusal bağımsızlıktan!
Sana ne Türkiye’nin toprak bütünlüğünden, ulusal değerlerin korunmasından!
Sana ne sömürgenlere karşı güç oluşturmaktan!
Sana ne çağı geçmiş Atatürk İlkelerinden, devrimlerinden! AB’liler öyle söylemiyorlar mı?
Gericiliğe karşı çıkmak, laikliği savunmak sana mı kaldı?
Keyfine baksana sen kurulup koltuğuna; gelen ağam giden paşam!
Ulusal Birlik Hareketi’ne destek vermiyorsanız da köstek de olmayınız!
Ahmet Nişancı
Çıldır Mahallesi 178 Sk. 6/5
48700 MARMARİS