23 NİSAN 1920 KUTSAL SAVAŞI YÖNETEN TÜRKİYE BÜYÜK MİLLETİ’NİN AÇILIŞI

23 NİSAN 1920 / KUTSAL SAVAŞI YÖNETEN TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’NİN AÇILIŞI

Ulusların yaşamlarında önemli günler vardır.

Bu önemli günler uluslarca Ulusal Günler ve Milli Bayramlar olarak kutlanır.
Yeni Türkiye Devleti Cumhuriyet İlanını 29 Ekim 1923 günü ilan ve kabul etmişse de, Türkiye Cumhuriyeti’nin gerçek kuruluş tarihinin birçok tarih ve sosyal bilimci tarafından 23 Nisan 1920 olduğu, bu tarihin Türkiye Devletinin doğum günü olduğu konusundaki değerlendirmelere de katılmakta bir sakınca görülmemelidir.
23 Nisan 1920 / Kutsal Savaşı Yöneten T.B.M.Meclisin Açılışı
23 Nisan 2020 Türkiye Büyük Millet Meclisinin (TBMM) açılışının (100.) Yüzüncü Yılı. Ulusların yaşamında önemli günlerin yükselişlerin yüz yıl ya da yüz yıllara ulaşmasının tarihsel anlamının değerlendirilmesi ve o yüz yılın her türlü koşullar zorlanarak da olsa en üst düzey görevlilerin katılımıyla, en üst düzey hazırlık ve etkinliklerle kutlanması modern bir ülke için vaz geçilemeyecek bir görevdir. (“zorlanarak” sözcüğü Corona Virüs/ Covid 19 nedeniyle kullanılmıştır.) Bu önemin nedeninin yediden yetmişe tüm vatandaşlar tarafından bilinmesi, gereğinin yerine getirilmesi ve gelecek nesillere aktarılması gerekir.

Osmanlı Padişahı ve Saray Yönetimi Yok Düzeyindedir.

Altı yüz yıl Türk Yurdu, yönetildiği Osmanlı İmparatorluğu 1. Dünya Savaşından yenik çıkınca yapmış olduğu Sevr Barış Antlaşması ile parçalanmanın eşiğine gelmiştir. Ülkemizin birçok yeri Emperyalist Avrupa Devletleri /İngiltere, Fransa, İtalya tarafından tam bir işgal altındadır ve paylaşılmak için gün sayılmaktadırlar. Doğu da Ermeniler başkaldırmıştır ve orada bağımsız bir devlet kurma arzusundadırlar; içimizde azınlık olarak asırlardır iyi komşuluk ilişkileri ve varlık içinde, ayrıcalıklı olarak yaşayan Rumlar, Ermeniler hainlik içindedirler; İstanbul’da Padişah Vahdettin ve saray yönetimi, ülkemiz gibi esaret altındadır, teslim alınmışlardır.
Ulusun kurtuluşunu topluca karşı koyulacak bir savaşta gören Mustafa Kemal, Amasya Genelgesi’yle kurtuluşun yolunu gösterecektir.
Vatanın Bütünlüğü, Milletin İstiklâli tehlikededir. Amasya genelgesi 1. Madde
Milletin Bağımsızlığını Yine Milletin Azmi ve Kararı Kurtaracaktır. Amasya Genelgesi 3.madde

Erzurum Kongresi öncesinde General Üniformasını çıkararak milletin bir ferdi olarak kurtuluşa giden Kutsal İsyanı başlatacaktır. Sivas Kongresi ile oluşturulan Önder Kadrosuyla Ankara’ya gelerek milletin azmi ve kararını temsil edecek TBMM açılacak ve Türk Kurtuluş Savaşı bu Kutsal İsyanı yönetecek meclisle başarıya ulaşacaktır.
23 Nisan 1920 / Kutsal Savaşı Yöneten Türkiye Büyük Millet Meclisin Açılışı
Kurtuluşu ve Kuruluşu yönetecek T.B.M. Meclisi 23 Nisan 1920 Cuma günü dualarla açıldı. Ankara’da yeni bir Türk Devleti kurmak üzere başında yeminli Mustafa Kemal’in olduğu yeni bir Ulusal Meclis, önünde kurtarılacak bir yurt göreviyle yükümlü, zor bir görevin beklediği, üstesinden gelebilmek için varlıklarını her şeyin üstünde tutmak zorunda olan yurdu kurtarmak görevine soyunmuş bir T.B.M. Meclisi Hükümeti vardır artık. Kuruluş aşamasındaki bu Birinci Meclis her ideolojiden ve meslekten insanlarla kurulu bir karma yapı barındırmaktadır. Bu meclis birçok konuda geriye dönük kişilerin atılımların önüne set koymaya çalışmalarına karşın, Büyük Önder Mustafa Kemal Paşa’nın akılcı yönetimiyle Kurtuluş Savaşını üstün bir başarıyla yönetmiştir.

Meclisin Önündeki Zorluklarla Dolu Büyük Görevin Açmazları

Bir Kutsal İsyanla başlayarak kazanılan bu Kutsal Savaş ve sonunda sağlanan Kutsal Barış hangi güçlükler aşılarak kazanılmıştır? Bu soruyu ve yanıtını milletin her bireyinin beyinlerinde bir fırtına yaratırcasına oluşturup yerleştirmedikçe ve bugünkü nesilden gelecek kuşaklara aktarma görevini yerine getiremedikçe Türkiye Cumhuriyeti için tehlike her zaman var olacaktır.
Meclisin açıldığı zaman içinde Sevr Antlaşması Osmanlı Devleti’ni yönetenler tarafından kabullenilmiş, tehlike olarak değerlendirdikleri yörelerimiz, topraklarımız işgal güçlerinin yeni bahaneleriyle işgal ettikleri önceki topraklarımıza eklenmektedir.
İngilizlerin desteğiyle İzmir’e asker çıkaran Yunan Kuvvetleri ilerlemelerini Aydın, Afyon boyunca genişletmekte ve geçtikleri şehirlerimizi yakıp yıkmakta ve halkımızı vahşice katletmekte, kadınlarımızın, kızlarımızın namuslarını kirletmekte, çocuklarımızı süngüleyerek eğlenmektedirler.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetine karşı, Osmanlı Saray Yönetiminin teşvik ve destekleriyle iç isyanlar çıkarılarak kurtuluş hareketine engeller koymaya çalışılmakta, içimizde asırlarca en iyi şekilde varlık içinde ve ayrıcalıklı olarak yaşattığımız Rumlar, Ermeniler hainlikleriyle işgal güçlerinin yanında yer almakta, biz komşularını kalleşçe arkadan vurmaktadırlar.
Savaş sürecinde Türk Toplumunun Yapısı, Ordunun durumu, savaş ekonomisi, halkın desteği bir başka yazıya bırakılarak; bu metinde Atatürk’ün Ulusal Bayram olmanın yanında Türk çocuklarına bayram olarak armağan ettiği 23 Nisan’ın geçirdiği evrelere yer verilmiştir.

23 Nisan’ın Geçirdiği Evrelere Ait Bilgiler

23 Nisan 1920, T.B.M.Meclisi’nin açılışıyla ulusumuzun tarihinde çok önemli bir gün olma özelliği, ulusallık kazanmıştır. Bu ulusal günün bugüne değin kutlanması aşamasında geçirdiği evrelerin hepsi akılda tutulamasa da zaman zaman hatırlanması için evinizdeki önem verdiğiniz bir bilgi dosyasında bulundurulması, özellikle de çocuklarınıza bu günün öneminin kavratılması okullarımıza/ öğretmenlerimize olduğu kadar aileler içinde bir görev olmalıdır.
1- 1920 / 23 Nisan – Türkiye Büyük Millet Meclisi açılmıştır.
2- 1921/ 23 Nisan – İlk olarak Bayram olarak kutlanmıştır.
3- 1921/ 2 Mayıs – 23 Nisan Kanunla Milli Bayram olarak kabul edilmiş ve Ceridei Resmiye (Resmi Gazete)’ de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. İki maddeden oluşan kanunun;
1. Maddesi: “TBMM’nin ilk yevmi küşadı (açılış zamanı)olan 23 Nisan günü milli bayramdır.”
2. Maddesi: “Tarihi kabulünden muteber (geçerli) olan işbu kanunun icrasına (yürütülmesine) Türkiye Büyük Millet Meclisi memurdur. Bu kanunun kabul edilmesiyle 23 Nisan her yıl coşkuyla ve büyük bir mutlulukla milli bayram olarak kutlanmıştır.
4- 1924 23 Nisan’ın her yıl Mustafa Kemal (Atatürk ) emriyle Egemenlik Bayramı olarak kutlanmasına karar verilmştir.
5- 1927/ Ulusal Egemenlik Bayramı Türkiye Himaye-i Eftal (Çocuk Esirgeme) Cemiyeti’nin öncülüğünde daha ayrıntılı bir bayram kutlamasına dönüştürülmüştür.
6- 1929/ 23 Nisan Mustafa Kemal (Atatürk) tarafından Türk Çocuklarına armağan edilmiş ve 23 Nisan Çocuk Haftasına dönüştürülmüş, zengin etkinliklerle kutlamalar yapılması gelenekleşmiştir.
7- 1935/ 27 Mayıs tarihinde kabul edilen “Ulusal Bayramlar ve Genel Tatiller Hakkında Kanun ile 22 Nisan öğleden sonra ve 23 Nisan gününün Ulusal Egemenlik Bayramı olarak kutlanması kanunlaşmıştır.
8- 1979 / 23 Nisan Ulusal Egemenlik Bayramımız Yurtdışındaki temsilciliklerimizde de ve ilk olarak davet edilen dünya çocuklarının katılımıyla Uluslararası Çocuk Bayramı olarak kutlanmaya başlanmıştır.
9- 1983/ 20 Nisan –1981 tarihli Ulusal Bayramlar ve Genel Tatiller Hakkında Kanun’da yapılan değişiklikle 23 Nisan “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” olarak düzenlenmiştir. Böylece 1929 yılından bu yana Mustafa Kemal (Atatürk) ‘in bayram olarak çocuklara armağan etmiş olduğu “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı ‘na “Çocuk” sözcüğü kanunla eklenmiştir.

Bu 23 Nisan’da yüzüncü yılını kutlayacağımız Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı coşku içinde kutlamamız salgın halini alan Corona Virüs nedeniyle olanaklı olmasa da, büyüklü küçüklü hepimiz bu bayramı içimizde çocuksu bir sevinç içinde yaşamalı, yaşatmalıyız.
Ulusumuzun kurtuluşa giden yolunda bir köşe başı taşı olan 23 Nisan’ı bize sonsuza kadar kutlayacağımız bir ulusal gün olarak armağan ve emanet eden Yüce Atatürk’e, O’nun silah arkadaşlarına, milyonlarca şehitlerimize sonsuz şükranlarımızı sunuyoruz; ruhları sevinçli olsun. Ulusumuzun Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı tüm ulusumuza kutlu olsun. 23.04.2020
Ahmet Nişancı

KİM ATATÜRKÇÜ, KİM GERİCİ?

Taha Kıvanç
t.kivanc@yenisafak.com.tr

________________________________________

Kim Atatürkçü, kim gerici?
Şimdilerde siyasetten elini çekmiş görünen Yıldırım Aktuna Meclis’te konuşma yaparken kendisine lâf atanlara, “Senin bana ne dediğin önemli değil, ama ben sana deli dersem…” diye başlayan bir cümleyle mukabele ederdi. Psikiyatri mütehassısı olduğundan onun birine “Deli” demesi işi bitirirdi çünkü…
Gazetelere yansıyanlara bakıyorum, ‘irtica’ kavramı da benzer bir kadere sahip olmaya başlamış. Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) saflarında buluşan Jandarma Genel Komutanlığından emekli Org. Şener Eruygur ile İstanbul Üniversitesi eski rektör yardımcısı Prof. Fatma Nur Serter birilerini ‘irtica’ ile suçlamışlar… Bir eski asker ile eski bir üniversite yöneticisinin ADD üyesi olarak birine “Gerici” demesi bayağı etkili bir suçlama sayılır.
Yalnız bu defa bir sorun var: Şenuygur ile Serter’in ‘irtica’ ile suçladıkları kişiler de ADD üyesi insanlar… Haklarında hem ‘Atatürkçü’ hem de ‘gerici’ ve ‘Fethullahçı’ sıfatları kullanılan Yılmaz Dikbaş ADD üyesi; Mahmut Özyürek ise ADD Isparta Şube Başkanı… Dikbaş ve Özyürek de, Eruygur ve Serter’i “Atatürkçülük maskesi altında Protestan misyonerlerine âlet olmak” ile suçluyorlar…
Şaşırdığınızı bildiğim için bu konuya giriyorum, ben şaşırdım çünkü. Sorun galiba ‘Atatürkçülük’ konusuna yaklaşım ve yöntem farklılığından kaynaklanıyor: Eruygur ve Serter ‘pragmatik Atatürkçü’ sayılabilir; ‘Fethullahçı’ olmakla suçlanan Dikbaş ve Özyürek ise ‘katı Atatürkçü’ sınıfına giriyor…
Org. Eruygur ile Prof. Serter ADD’ye üye olup yönetime girmeden önce Çağdaş Eğitim Vakfı’nın (ÇEV) yönetimindeydiler. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD), Sağlık ve Eğitim Vakfı (SEV) ile ÇEV ortak zeminde buluşabilen örgütler… İlkinin başında Türkân Saylan var, diğerinde ise Yaşar Yaşer; ÇEV başkanı da Yaşar Bey’in eşi Gülseven Yaşer…
Gülseven Hanım’ın başında bulunduğu ÇEV, Eruygur ve Serter’i de saflarına katarak daha bir güçlenmiş… Yaşar Yaşer’in başında bulunduğu SEV ise, Amerikan misyonerleri tarafından ülkemizde eğitim faaliyetlerine katkıda bulunmak üzere 19. yüzyılda kurulmuş American Board Heyeti’nin (ABH) mirasçısı; yıllar önce, ABH, varlığını SEV içerisine katarak ülkemizden çekildi. Misyonerlik iddiasının temelinde ÇEV ve SEV gibi örgütler ile ABH ilişkisi yatıyor, sizin anlayacağınız…
Benim ‘Pragmatik’ buluşumun sebebini sanırım anladınız: SEV nasıl Amerikalı bir dinî kuruluşun varlığını kendi varlığında koruyorsa, ÇEV de Avrupa Birliği (AB) kaynaklarından yararlanmakta beis görmüyor. ÇEV’in internet sitesine girdiğinizde, sitenin en görünür yerinde, 15 yıldızlı AB bayrağı ile “Çağdaş Eğitim Vakfı Avrupa Birliği Destekli Projeleri’ başlığı karşınıza çıkıyor.
Meraklıyım ya, sitenin o bölümüne tıkladım, aa o da ne, ÇEV gerçekten dikkatimizden kaçmış muazzam AB projeleri üstlenmemiş mi? Projelerden biri ‘Hayata Bakış’ adını taşıyor. 24 ay süreli projenin hedef kitlesini okuyalım: “Türkiye’nin Doğu Anadolu bölgesinde yaşayan 13-19 yaş arası genç kız ve genç erkekler, öncelikle öğrenim dışı kalmış gençler, genç kadınlar, daha sonra öğrenciler ve çalışanlar…”
ÇEV, dolayısıyla yönetiminde bulunan Org. Eruygur ve Prof. Serter, Doğu Anadolu’ya dönük bu proje için AB’den maddî destek almakta ve bunu üyelerine iftiharla duyurmakta bir sakınca görmemiş… Benim ‘pragmatizm’ dediğim bu; “Domuzdan bir kıl koparmak kârdır” diye düşünmüş olmalılar…
Yılmaz Dikbaş ile Isparta ADD Başkanı Mahmut Özyürek ise ‘katı Atatürkçü’ denilebilecek insanlar… ‘Tabuta Çakılan Son Çivi: Avrupa Birliği’ adlı kitabın da yazarı olan ve kitabında AB’den para alan örgütlerin listesini ibret-i âlem olsun diye sunan Yılmaz Dikbaş’ın, AB kaynağı kullanmayı ‘tabuta çakılan çivi’ saymasını doğal karşılamak gerekiyor. ADD başlıklı kâğıtlarda “Yurt içi ve dışından para kabul etmemekten gurur duyuyoruz” yazarmış; bu yazı bir ara kaldırılmış, sonra yeniden eklenmiş…
Cumartesi günü bazı Atatürkçü örgütler Ankara’da miting düzenlediler. Bu çıkıştan iktidara tâlip bir siyasî parti omurgası oluşabileceği beklentisi var; zaten konuşmacılar da müstakbel birer politikacı gibi konuştular mitingte. Bulundukları konum ve sunum açısından benim gözümü doldurduklarını söyleyebilirim. “Pragmatikler mi öndeydi, yoksa katılar mı?” merakıyla gözlediğimde, Türkan Saylan’ın ön planda bulunuşundan, partileşme sürecindeki Atatürkçü çizginin pragmatikleri yeğlediğini çıkardım…
Yılmaz Bey ve Mahmut Bey kusura bakmasınlar, güçlü olan o çizgi: American Board’ın mirasçısı SEV’in yönetiminde Şevket Sabancı ve Bülent Eczacıbaşı gibi büyük işadamları bulunuyor…

Atatürk’ün Vahdettin ile Görüşmesi

——————————————————————————–
To: ;
From: serdarbolat@superonline.com
Date: Sun, 16 Nov 2008 19:12:24 +0200
Subject: HABER AJANSI Atatürk’ün anlatımıyla Vahdettin ile son görüşmesi

Atatürk’ün Vahdettin ile son görüşmesi
+++++++++++++++++++++++++++++++++

Can Dündar’ın “Mustafa” filminde, Vahdettin, Atatürk’e diyor ki:
“Paşa, Paşa! Şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir, tarihe geçmiştir. Bunları unutun, asıl şimdi yapacağınız hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa, Paşa, devleti kurtarabilirsin.”
Atatürk de atlıyor gidiyor Samsun’a. Demek milli mücadeleyi Vahdettin başlatmış. Seyircilerde uyanan izlenim bu.

Vahdettin gerçekten böyle mi söylemiş?
Evet, bunu Atatürk yazmış, doğru, Vahdettin gerçekten böyle demiş.
Ama Atatürk’ün yazısının devamı var ki, Can Dündar filmde bu kısmı makaslamış.

Atatürk,Vahdettin’in yukardaki sözlerini aktardıktan sonra, devamla diyor ki:
“Bu son sözlerden hayrete düşmüştüm. Acaba Vahdettin benimle samimi mi konuşuyor? O Vahdettin ki, yabancı hükümetlerin yüzüncü derece aletleri ile temas arayarak, devletini ve saltanatını kurtarmaya çalışıyordu. Bütün yaptıklarından pişman mı idi? Aldatıldığını mı anlamıştı?
Çok iyi anladığım, veliahtlığında, padişahlığında, bütün his ve fikirlerini, eğilimlerini, sahtekarlıklarını tanıdığım adamdan nasıl yüksek ve asil bir hareket bekleyebilirdim? Memleketi kurtarmak lazımdır; istersem bunu yapabilirmişim. Nasıl? Hemen hüküm verdim: Vahdettin demek istiyor ki, hiçbir kuvvetimiz yoktur. Tek dayanağımız İstanbul’a hakim olanların siyasetine uymaktır. Benim memuriyetim, onların şikayet ettikleri meseleleri halletmektir. Eğer onları memnun edebilirsem, memleketi ve halkı bu siyasetin doğru olduğuna inandırabilirsem, ve bu siyasete karşı gelen Türkleri yola getirebilirsem, Vahdettin’in arzularını yerine getirmiş olacaktım.”
(Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt 3, sayfa 99)

Vahdettin, “yetkisiz” müfettişlik görevini Atatürk’ü İstanbul’dan uzaklaştırmak için veriyor. Atatürk, devlet içindeki vatanseverlerin yardımıyla talimatnameye “Anadolu’nun her yerine emir verebilme ve Samsun’dan başlayarak bütün Doğu vilayetlerinin kumandanlığını sağlayacak” iki maddeyi gizlice ekletiyor. İmzasız, ama sadece mühür basılmış talimatname ile ayrılıyor. Resmi görevi: “Türkler Rumlara eziyet ediyor mu?” araştırmak, ve “Türkler milli teşkilatlar kuruyormuş, onları bastırmak”.

+++++++++++++++++++++++++++++++++++++++
Aydınlık, 9 Kasım 2008,
Şule Perinçek’in yazısından alıntıdır
+++++++++++++++++++++++++++++++++++++++

ORTAOKUL ÖĞRENCİSİNDEN ATATÜRK TANIMI

AŞAĞIDAKİ YAZIYI BİR ORTAOKUL ÖĞRENCİSİ, OKULUNUN DUVAR GAZETESİNE
YAZMIŞ.

İNANILMAZ GUZEL VE FARKLI BİR BAKIŞ AÇISI
İYİ DE YAPMIŞ.

BOL MİKTARDA İLETELİM LÜTFEN…

Bu ülkede yasayan her insanin bağımsızlığını ve demokrasisini
borçlu olduğu
insan:

ATATÜRK…

Gençliğinde kot pantolon giyememiş.

Sevgilisinin elinden tutup
hasılat rekorları kiran bir sinema filmine gidememiş…
Padişah ona Trablusgarp Cephesi’nde görev verdiğinde, lüks uçak
şirketinin,
first class koltuğunda viskisini yudumlayarak görev yerine gidememiş…

Halkına bağımsızlık fikrini anlatabilmek için kortej
esliğinde
Mercedes’lerle gezememiş Anadolu’yu…
Kurtuluş hareketini başlatmak için 19 Mayıs’ta Samsun’a ayak basan
ayağında
spor ayakkabısı ya da kovboy çizmesi yokmuş…
Kazandığı her savaştan sonra savaş sahasına fırlayıp moral veren
mini etekli
ponpon kızlar da yokmuş…
Tarih kitaplarına bakılırsa, Yunanlıları İzmir’den denize
döktükten sonra
timsah yürüyüşü de yapmamışlar…
Ülkesinde yapacağı devrimleri, unutmamak için not
alacağı bir
cep bilgisayarı olmadığı gibi, kendisine suikast girişiminde
bulunacakları
da cep telefonundan öğrenememiş!
Atatürk için üzülüyorum. Dağ gibi adam, bir radyo programına faks
çekemeden,
İsmet Pasa için Safiye Ayla’dan bir istek parçası isteyemeden
gitti ..

Lozan Zaferi’nden sonra veya Cumhuriyet’in ilanından sonra
arabaya atlayıp
sabahlara kadar korna çalıp, elinde bayraklarla sokaklarda tur
atamadı.

Evinin balkonuna çıkıp, bir şarjör mermiyi havaya sıkamadı.
Atatürk’e acıyorum…

Sen kalk, dört kadınla evlenebileceğin bir
dönemde dünyaya gel,

sonra değerini bilmeyip tek kadınla evlilik sistemini
getir. Aaaah ah…
Çılgın diskolara gitmek, sabahlara kadar içip, içip rock yapmak,
babasının mersedesini alıp söyle bir Emirgan turu çekmek dururken…
Bunları yapmadı Atatürk…

Keyif çatmadı…
Tüm hayatini ülkesinin kurtuluşuna ve uygarlaşmasına harcadı…

ISTE ONUN IÇIN BÜYÜK ADAMDI ATATÜRK HER FIRSAT ELINDE VARDI. O ISE
SADECE
BU MILLETIN BAGIMSIZLIGINI ISTEDI.

BÜTÜN SUÇU

2 KADEH RAKI IÇMEKTI
O KADAR…..

MUSTAFA KEMAL GİBİ DÜŞÜNMEK

________________________________________
BU YAZIYI SEVDİKLERİNİZE GÖNDERİN…

Tarih, 18 Mayis 2002… Yer, İtalya’nin Perugia kenti…
Genç Türk isadami Utku Oguz, bilgisayarinda kayitli son Atatürk
fotografini projeksiyon makinesinin aydinlattigi duvara yansitip sözlerini tamamladi:
– İste, Anadolu aydinlanmasinin temeli olan Türk Devrimi budur…
Perugia’nin önde gelen kisilerinin olusturdugu Felsefe ve Tarih Kulübü’nün üyeleri ve konuklar büyük bir coskuyla alkisladilar genç adami. Genç adam da bir saatlik “1918 – 1939 arasi Türkiye ve Atatürk Reformlari” konferansinin gördügü ilgiden mutlu, biraz da saskindi!..
Kulübün baskan yardimcisi İtalyan dostu bir süre
önce, “Su hayrani oldugun ve her karsilasmamizda bana anlatip durdugun Atatürk’ü bizim kulüp üyelerine de anlatir misin?” dediginde hiç tereddütsüz kabul etmis, ama böylesine yogun bir ilgi ve heyecanla karsilanacagini düsünmemisti… Ama Utku Oguz için o 18 Mayis gecesini asla unutulmayacak kilan yorum, orada konuk olarak bulunan yasli bir Norveçliden geldi:
– Norveç dilinde “Mustafa Kemal gibi düsünmek” diye bir deyim vardir… Herhangi bir problem karsisinda, çözümü imkansiz oldugu düsüncesiyle hemen kestirmeden teslim olma egiliminde olan, ne yapip edip bir çözüm üretmek için yaraticiligini zorlama zahmetine katlanmak istemeyen ruh ve zihin tembeli kisilere söylenir bu söz… Bu tip insanlara derhal;
– “Hayir, yaniliyorsun bu problemin mutlaka bir çözümü
olmali, biraz da Mustafa Kemal gibi düsün” deriz… Ancak sizin bu geceki sunusunuzdan sonra bu sözün arkasindaki anlami çok daha derin bir sekilde kavramis durumdayim; bu güzel fotograflar esliginde yaptiginiz sunusunuz bana bu yasimda bir sey daha ögretti; yani benim anadilim olan Norveççeye yerlesmis olan eski bir deyimin arkasindaki gerçek ve derin anlami!.. Size bunun için minnettarim…
Genç Türk’ün gözleri yasardi… Dünyanin bir baska ucundaki ülkenin anadiline bir deyim olarak yerlesmis büyük devrimciyi bir kez daha minnet ve özlemle andi… Yalnizca bir saatlik bir konferans olarak planlanan gece ancak 19 Mayis’in ilk saatlerinde sona erebildi. Saatlerce süren tartisma ve yorumlar ise su ortak yargiyla
sonuçlandi:
– Atatürk Devrimleri bütün ulkelere uygulanabilecek evrensel bir reçetedir… Zira din ve etnik ayrim temellerine dayanmayan çagdas devlet modeli ne kadar çok ülkede uygulanirsa, dünya o kadar daha huzur ve baris içinde bir yer olacaktir…
Genç adam gecenin sessizliginde yürürken büyük bir iç sizisiyla “Türk Devrimi’ni yikmak için yola çikan karsi devrimciligin ülkeyi sürükledigi batakligi, ‘baska çare yok’ diyerek IMF’nin önünde boyun büken siyasetcileri” düsündü. Sonra büyük bir heyecan ve coskuyla yasli Norveçlinin bu kölelik zincirini kirmak için müthis bir formül sundugunu animsadi:
– Mustafa Kemal gibi düsünmek!…

________________________________________
Learn how to better protect yourself with MSN Hotmail

____________________________________________________________________________
İnternete Taşınmak İçin Yeterince Beklemediniz mi? Alan Adı + 10 MB Web Alanı + 3 Email Adresi Yıllık Sadece 79 YTL